tag:blogger.com,1999:blog-49483559605372697962024-03-18T18:52:51.776+03:00Dinimiz ve İslamDinimiz ve İslam sitemizi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerini kaynak alarak, Ehl-i sünnet itikadına uygun olarak hazırladık. VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.comBlogger2903125tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-48603135853179841662024-03-18T18:52:00.000+03:002024-03-18T18:52:19.920+03:00Orucu bozup kefaret gerektirenler<a href="https://4.bp.blogspot.com/-FdwD-O7x0oM/Wv7NeclqOrI/AAAAAAABOJ4/eIVz3AUpn6Mc7OzZgmbcLZpYS_6ZHw86ACLcBGAs/s1600/Orucu%2Bbozup%2Bkefaret%2Bgerektirenler%2B%2528800%2Bx%2B550%2529.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="color: black; font-family: inherit;"><img border="0" data-original-height="550" data-original-width="800" src="https://4.bp.blogspot.com/-FdwD-O7x0oM/Wv7NeclqOrI/AAAAAAABOJ4/eIVz3AUpn6Mc7OzZgmbcLZpYS_6ZHw86ACLcBGAs/s1600/Orucu%2Bbozup%2Bkefaret%2Bgerektirenler%2B%2528800%2Bx%2B550%2529.jpg" /></span></a><span style="font-family: inherit;"><b>Sual: Ramazan günü orucu bozup kefaret gerektirenler ve gerektirmeyenler nelerdir?</b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Gerektirenler şunlardır:<br />
<br />
1- Bilerek yiyip içmek,<br />
2- Cinsel ilişkiye girmek,<br />
3- Ramazanda, kaza gerektiren bir şey yaparak orucunu bozanın, aynı Ramazanın başka gününde de bu şeyi, kasten yine yapması,<br />
4- Sigara içmek,<br />
5- Gıybet, sürme çekmek ve kan aldırmak gibi, orucu bozmadığı iyi bilinen şeyden sonra, oruç bozuldu sanarak, yiyip içmek. [Meşhur bir şeyi bilmemek özür olmuyor.]<br />
<br />
Ramazan orucunu kasten bozduğu hâlde, kefaret gerektirmeyen bazı hâller:<br />
<br />
Bir kadın, orucunu kasten bozsa, sonra o gün iftardan önce hayz olsa kefaret gerekmez. (Tahtâvî)<br />
Orucunu kasten bozduktan sonra, o gün bayılana veya oruç tutamayacak kadar hastalanana kefaret gerekmez. (Hindiyye, Kadıhan)<br />
<br />
Ciddi bir tehditle orucu bozdurulan kimseye kefaret gerekmez. (Kadıhan)<br />
<br />
Susuzluktan hastalanacak veya ölebilecek durumda olan kimse, orucu bozup, kaza edebilir. Kefaret gerekmez. (Redd-ül-muhtar)<br />
<br />
Niyetli orucu sefere çıkınca bozmak günahtır, ama günah işlese de, seferde bozduğu için kefaret gerekmez. (Cevhere)<br />
<br />
Ağız dolusu kusan veya ihtilam olan kimse, orucu bozuldu sanarak yiyip içerse kefaret gerekmez. (Redd-ül-muhtar)<br />
<br />
İğne olduktan sonra yiyip içse, kefaret gerekmediği gibi; kâğıt, taş, pamuk, ot, pişmemiş pirinç gibi ilaç ve gıda olmayan şeyi kasten susuz yutmak da kefaret gerektirmez. (Nimet-i İslam)<br />
<br />
Daha imsak vaktine vakit var sanarak veya güneş battı diye yiyip içenin orucu bozulur, kefaret gerekmez. (M. Zühdiyye)<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span>Oruç kefareti ve kitap</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span>Sual: Yemin kefaretinde olduğu gibi, kefaret orucunu tutamayan da kitap verebilir mi?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Bir kimse devamlı hasta veya çok yaşlı olup, 60 gün kefaret orucunu tutamaz ise, 60 fakiri bir gün doyurur. Aç olan 60 fakiri, bir günde iki kere doyurmak lazımdır. Bir fakiri her gün iki defa doyurmak üzere 60 gün veya her gün bir defa doyurmak üzere 120 gün yedirmek de olur. Yahut 60 fakirin her birine bir fitre veya o değerde din kitabı da verilebilir. Mesela 60 tane İslam Ahlakı kitabı, 60 fakire verilir. 60 fakir bulunmazsa bir fakire her gün 1 tane vermek üzere 60 gün verilir. 30 fakir varsa 2 gün verilir. 20 fakir varsa 3 gün verilir. 10 fakir varsa 6 gün verilir. 5 fakir varsa 12 gün birer tane kitap verilir.<br /></span>
<br />VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-2868031215259317572024-03-18T18:51:00.000+03:002024-03-18T18:51:57.723+03:00Unutmak özürdür ama ya unutup sonra hatırlasak!<span style="font-family: inherit;"><b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkQzcxJELBN2oJVSqrLDnY8wt_VTaoU2zBfzRRx-zw8pUD8QMU4zzhUklgdWm2se75CIABrpfbExd-3B44Molpu20pIetkWitai6UAjy_irfl2HIXPNancNoTzizU_MOX8S0Qu_8aZJerR3rlicUQODdXUf96ActktALop1EEMs9r4RtATFgSri057VQ/s810/unutmak-hatirlamaktan-daha-fazla-beyin-gucu.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Unutmak özürdür ama ya unutup sonra hatırlasak!" border="0" data-original-height="540" data-original-width="810" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkQzcxJELBN2oJVSqrLDnY8wt_VTaoU2zBfzRRx-zw8pUD8QMU4zzhUklgdWm2se75CIABrpfbExd-3B44Molpu20pIetkWitai6UAjy_irfl2HIXPNancNoTzizU_MOX8S0Qu_8aZJerR3rlicUQODdXUf96ActktALop1EEMs9r4RtATFgSri057VQ/s16000/unutmak-hatirlamaktan-daha-fazla-beyin-gucu.jpg" title="Unutmak özürdür ama ya unutup sonra hatırlasak!" /></a></div><span class="Apple-style-span">Sual: Bekara suresinin, (Rabbimiz, unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma) mealindeki son âyetinde bildirilen unutmalar nelerdir? Unutup sonra hatırlasak, yine sorumluluk devam eder mi?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:<br />
<br />
(Allahü teâlâ, ümmetimin yanlışlıkla, unutarak veya mecburen [zaruretle] işlediği günahları affetmiştir.) [İbni Mace]<br /><br />
Unutmalar, hatalar farklıdır. Birkaç örnek verelim:<br />
<br />
1- Oruçluyken unutup yiyip içmekle oruç bozulmuş olmaz. Hiç hatırlamazsa oruç sahihtir. Hatırlayınca bırakması gerekir. Bırakmayıp yemeye devam ederse orucu bozulmuş olur.<br />
<br />
2- Abdestsiz namaz kılsa, abdestsiz olduğunu hatırlamasa namazı sahih olur. Abdestsiz olduğunu hatırlarsa, o zaman namazını iade etmesi gerekir. Unutmuştum demesi mazeret olmaz. Unutması günah olmaz; fakat hatırlayınca iade etmesi gerekir.<br />
<br />
3- Guslederken, kuru yer kalmış olsa, kuru yer kaldığını bilmese guslü sahih olur.<br />
<br />
4- Unutarak vaktin namazını kılamayıp kazaya kalsa, günah olmaz.<br />
<br />
5- Vitir namazında kunut dualarını unutsa, namaz içinde hatırlayınca, secde-i sehv ile namazı tamam olur. Secde-i sehvi de unutursa yine unuttuğu için namazı tamamdır; ama bir farzı unutsa, mesela iftitah tekbirini unutsa sonra unuttuğunu kesin olarak anlasa, namazı yeniden kılması gerekir. Hatırlamazsa namazı sahih olur. Vesveseye itibar etmemelidir.<br />
<br />
6- Elbisenin bir yerine necaset bulaşsa, bulaşan yeri unutsa, zannettiği yeri yıkasa, temizlendi kabul edilir.<br />
<br />
7- Unutarak veya yanlışlıkla başka şey diye alkol içilse günah olmaz.<br />
</span><div><br />
</div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-86001050992776494572024-03-16T19:12:00.000+03:002024-03-16T19:12:43.528+03:00Orucu kurtarmak için iftarda nasıl hareket etmelidir?<a href="https://4.bp.blogspot.com/-Zad52PEbCss/V1VBMUT4HLI/AAAAAAAAyS0/xweMy466tTML9WQCL6QBqTt8Ev3cUG0hACLcB/s1600/Orucu%2Bkurtarmak%2Bi%25C3%25A7in%2Biftarda%2Bnas%25C4%25B1l%2Bhareket%2Betmelidir.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://4.bp.blogspot.com/-Zad52PEbCss/V1VBMUT4HLI/AAAAAAAAyS0/xweMy466tTML9WQCL6QBqTt8Ev3cUG0hACLcB/s1600/Orucu%2Bkurtarmak%2Bi%25C3%25A7in%2Biftarda%2Bnas%25C4%25B1l%2Bhareket%2Betmelidir.jpg" /></a><b>Sual: İftarı acele yapmak müstehabtır. Bazı hatalar sebebiyle vaktinden önce orucu açanları işitiyoruz. Orucu kurtarmak için iftarda nasıl hareket etmelidir?</b><br />
<b>Cevap: </b><br />
Şernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Nûr-ül-îzâh) kitabında buyuruyor ki, (Bulutsuz gecelerde iftarı çabuk yapmak müstehabtır). Kendisi, bu kitabı şerh ederken buyuruyor ki, (Bulutlu gecelerde orucun bozulmasından korunmak için, ihtiyatlı davranmalı [yani, iftarı biraz geciktirmelidir]. Yıldızlar görünmeden önce iftar eden, tacil etmiş olur). Bu kitabın haşiyesinde, Tahtâvî buyuruyor ki, (Orucu namazdan önce bozmak müstehabtır. (Bahr) kitabında [ve ibni Âbidînde] denildiği gibi, iftarda acele etmek, yıldızlar görülmeden önce, iftar etmek demektir).<br />
<br />
Akşam namazını da, bu vakitte, yani erken kılmak müstehabtır. Güneşin battığı iyi anlaşılınca, önce E’ûzü ve Besmele okuyup, (Allahümme yâ vâsi’al-magfireh igfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Bir iki lokma iftarlık yiyip, (Zehebezzama’ vebtelletil-urûk ve sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) denir ve yemeğe başlanır.<br />
<br />
Hurma veya su, zeytin yahut tuz ile iftar edilir. Yani, oruç bozulur. Sonra, camide veya evde, cemaat ile akşam namazı kılınır. Bundan sonra, akşam yemeği yenir. Sofrada yemekleri yemek, bilhassa Ramazanda uzun süreceğinden, akşam namazının erken kılınması ve yemeğin, acele etmeyerek, rahat yenmesi için, az bir şeyle iftar edip, yemeği duadan ve namazdan sonra yemelidir. Böylece, oruç erken bozulmuş, namaz da erken kılınmış olur. (Tam İlmihâl s. 316)<br />
<b><br /></b>
<b>***</b><br />
<b>Sual: Yüksek yerlerde güneş daha geç batıyor. Yüksek yerlerde oturanlar vadide oturanlardan daha geç mi orucu açacaklar? Orucun bozulma şüphesi olduğunda ne yapılabilir?</b><br />
<b>Cevap: </b><br />
İbni Âbidîn, orucun müstehablarını anlatırken diyor ki, (Alçak yerde olanlar, güneşin gurup ettiğini görünce, iftar ederler. Yüksekte olan, gurup ettiğini görmedikçe, bunlarla beraber iftar edemez). Orucu tarif ederken yazdığı (Oradan gece başlayınca iftar edilir) hadîs-i şerifinin (Şark tarafında karanlık başlayınca iftar edilir) demek olduğunu bildirmektedir. [Şark tarafta karanlığın başlaması, en yüksek yerde ziyanın kalmaması demektir.]<br />
<br />
İftarı akşam namazından önce yapmak müstehab ise de, bir ibadeti bozmak şüphesinden kurtarmak için müstehab terk edilmelidir. Önce akşam namazını kılmalı, sonra iftar etmelidir. Böylece iftar yine, yıldızlar görünmeden önce olur. Yani, acele edilmiş olur ve oruç, bozulmak tehlikesinden kurtulur. Akşam namazını vakti çıkmadan, tekrar kılmak mümkündür. Takvim, saat, kandil, top ve ezan yanlış olunca, oruç kurtulmaz. İbni Âbidîn, namaz vakitlerini anlatırken buyuruyor ki, (İftar etmek için, güneşin battığını iki âdil Müslümanın haber vermesi lâzımdır. Bir olursa da, mahzuru yoktur). [Görülüyor ki, takvimi hazırlayanın ve iftar topu atanın, ezan okuyanın âdil olmaları lâzımdır.] (Tam İlmihâl s. 317)<br />
<br />VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-13678138786980712024-03-16T19:11:00.000+03:002024-03-16T19:11:06.872+03:00Oruç tutmak vücuda da faydalıdır<a href="http://2.bp.blogspot.com/-Zaj4u_Ceq74/VXbVkSmvXmI/AAAAAAAAm2Q/yS2nW1Crhxk/s1600/Her%2Biyili%25C4%259Fin.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="color: black;"><img border="0" src="https://2.bp.blogspot.com/-Zaj4u_Ceq74/VXbVkSmvXmI/AAAAAAAAm2Q/yS2nW1Crhxk/s1600/Her%2Biyili%25C4%259Fin.jpg" /></span></a><b><span>Sual: Oruç tutmak vücuda zarar verir mi?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Hayır, çünkü Allahü teâlâ, vücuda zarar veren bir şeyi emretmez. Oruç tutan, vücudunun zekâtını ödemiş, onu hastalıklardan korumuş olur. Peygamber efendimiz, (Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtıysa oruçtur. Oruç tutun, sıhhat bulun!) buyurmuştur. (İbni Mace)<br />
<br />
Orucun faydaları çoktur. İki hadis-i şerif:<div><br />
(Oruç, eti eritir ve Cehennem ateşinden uzaklaştırır. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen nimetler, ancak oruç tutana nasip olur.) [Taberânî]<br />
<br />
(Allah rızası için bir gün oruç tutanı, Allahü teâlâ, Cehennem ateşinden 70 yıl uzak tutar.) [Buhârî]<br />
Orucun sevabı diğer ibadetlere göre daha fazladır. Hadis-i kudside, (Her iyiliğe, 10 mislinden 700 misline kadar sevab verilir, fakat oruç bana mahsustur, onun mükâfatını ben veririm, çünkü kulum, benim için şehvetini ve yeme içmesini bırakmıştır) buyuruldu. (Buhârî)<br />
<br />
Her iyiliğin sevabını Allahü teâlâ verdiği hâlde, orucun sevabı için, (Ben veririm) buyurmasının hikmeti vardır. Yeryüzünün tamamı Allahü teâlânın mülkü olduğu hâlde, Kâbe’ye (Beytullah) yani (Allah’ın evi) denmesi, ona şeref vermek içindir. (Oruç bana mahsustur) demekle de ona özel bir şeref vermiştir. Oruç tutana verilecek sevabın muayyen bir ölçüsü yoktur. Oruçlunun durumuna ve karşılaştığı zorluklara göre, çok sevab verilecektir. Başkaları oruç yerken oruç tutmak daha sevabdır. Hadis-i şerifte, (Oruçlunun yanında oruçsuzlar yiyince, melekler oruçluya dua eder) buyuruldu. (Tirmizî)<br />
<br />
<h3 style="text-align: left;"><b><span>Mâlikî ve oruç</span></b></h3>
<b><span>Sual: Mâlikî’yi taklit eden kadının, âdeti 10 gün iken, bundan sonra hep 11-15 gün arasında olursa, yani 10 günü aşarsa, 10 günden sonra hayzı devam ederken oruç tutması gerekir mi?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
10. günden önce hayızdan kesilmiş olabilir veya öncekiler özür olup Hanefî’ye göre hayzı, 10. günden sonra yeni başlamış da olabilir. Oruçta Mâlikî taklit edilmediği için, Hanefî’ye göre hayzlı olmadığı günlerde orucunu tutar.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span>Her iyiliğin sevabını Allahü teâlâ verdiği hâlde, orucun sevabı için, (Ben veririm) buyurmasının hikmeti vardır.</span></b></blockquote>
<br />
<h3 style="text-align: left;"><b><span>Şâfiî'de borçlar düşülmez</span></b></h3>
<b><span>Sual: Şâfiî mezhebindeyim. 50 bin lira kadar param var, ama bir o kadar da borcum var. Zekât vermem gerekir mi?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Evet, 50 bin liranın zekâtını vermek gerekir. Şâfiî’de borçlar düşülmez. Hanefî’de zekâtta bütün borçlar nisaptan düşülür, ama uşur verilirken Şâfiî’deki gibi borçlar düşülmez. Borçlu veya fakir olanın da, mahsulün uşrunu vermesi gerekir.<br />
<br /></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-12939954989744537122024-03-16T19:09:00.000+03:002024-03-16T19:09:38.106+03:00Orucun başlaması hilali görmekle olmazsa<a href="https://1.bp.blogspot.com/-bXoOZdgFOHk/V07QGSCSrCI/AAAAAAAAyKI/-E9wtnnGNL4fIWJGy06r2_HgmQY_XLHYQCLcB/s1600/Orucun%2Bba%25C5%259Flamas%25C4%25B1%2Bhilali%2Bg%25C3%25B6rmekle%2Bolmazsa.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://1.bp.blogspot.com/-bXoOZdgFOHk/V07QGSCSrCI/AAAAAAAAyKI/-E9wtnnGNL4fIWJGy06r2_HgmQY_XLHYQCLcB/s1600/Orucun%2Bba%25C5%259Flamas%25C4%25B1%2Bhilali%2Bg%25C3%25B6rmekle%2Bolmazsa.jpg" /></a><b>Sual: Oruca hilali görmekle başlanılmazsa bayramdan sonra iki gün kaza orucu tutmak gerekir mi?</b><br />
<b>Cevap: </b><br />
Ramazanın ve bayramın, semada hilali görmekle değil de, takvime göre başlatıldığı yerlerde, oruca ve bayrama hakiki zamanlarından bir gün önce veya bir gün sonra başlanılmış olabilir. Oruç tutulan birinci ve sonuncu günleri hakiki Ramazana rastlamış olsalar bile, Ramazan olup olmadıkları şüpheli olur.<br />
<br />
İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, Ramazan bahsinde diyor ki, (Ramazan olup olmadığı şüpheli olan günlerde, Ramazan orucu tutmak, tahrimen mekruhtur. Müslüman memleketinde olup da, ibadetleri bilmemek özür olmaz). Bunun için, Ramazanın takvimlere veya mezhepsiz memleketlere uyarak başlatıldığı yerlerde, bayramdan sonra, iki gün kaza orucu tutmak lâzımdır. [Kâfirler ve İslam düşmanları, bir taraftan, İslam memleketlerini kana boyuyor. Camileri, İslam eserlerini yıkıyor, yok ediyorlar.<br />
<br />
Diğer taraftan da, İslam memleketlerindeki imanı ve ahlâkı bozuk olan cahilleri bulup, bunlar vâsıtası ile, İslam ilimlerini yok ediyorlar. Bozuk düşüncelerini, yalanlarını, İslamiyet bilgileri diyerek yazıyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına saldırıyorlar. İslamiyete karşı bu hücumları, hep İngilizler planlamaktadır. Meselâ (Ramazandan sonra, iki gün kaza orucu tutmak da nerden çıktı?<br />
Hiçbir kitapta böyle bir şey yoktur diyorlar). Kitaplarda yazılı değildir sözü yanlıştır. Çünkü, her asırda, her yerde, Ramazan ayı, hilali görmekle başlardı. İki gün kaza orucuna lüzum yoktu.<br />
<br />
Şimdi, Ramazan ayı, hilalin doğma zamanını hesap etmekle başlatılıyor. Ramazanın başlaması, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olmuyor. Bu hatayı düzeltmek için, bayramdan sonra iki gün kaza orucu lâzım olduğu, Tahtâvînin (Merâkıl-felâh) haşiyesinde yazılıdır.] (Mecmû’a-i Zühdiyye)de diyor ki, (Şevval [bayram] hilalini gören bir kimse, iftar edemez. Çünkü, bulutlu havada, Şevvâl hilalini, iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının gördüm demeleri lâzımdır. Açık havada, Ramazan ve Şevval hilallerini çok kimsenin gördüm demeleri lâzımdır). (Kâdîhân)da diyor ki, (Hilal, şafaktan sonra batarsa, ikinci gecenin, şafaktan evvel batarsa, birinci gecenin hilalidir). <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=001&bookPage=315" target="_blank">(Tam İlmihâl s. 315)</a></b><br />
<br />VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0Türkiye38.963745 35.24332210.653511163821157 0.08707199999999915 67.273978836178856 70.399572tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-51882265969137631132024-03-13T14:47:00.001+03:002024-03-13T14:47:38.433+03:00Ramazan ayının üstünlüğü, faziletleri nelerdir?<a href="https://3.bp.blogspot.com/-Lum0x6JvLTI/XNLe_0RF6uI/AAAAAAABZUM/_x-M14k1COsKHXMx2yAMHl8XWLjJ_Q8PACLcBGAs/s1600/Ramazan%2Bay%25C4%25B1n%25C4%25B1n%2B%25C3%25BCst%25C3%25BCnl%25C3%25BC%25C4%259F%25C3%25BC.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="448" data-original-width="800" src="https://3.bp.blogspot.com/-Lum0x6JvLTI/XNLe_0RF6uI/AAAAAAABZUM/_x-M14k1COsKHXMx2yAMHl8XWLjJ_Q8PACLcBGAs/s1600/Ramazan%2Bay%25C4%25B1n%25C4%25B1n%2B%25C3%25BCst%25C3%25BCnl%25C3%25BC%25C4%259F%25C3%25BC.jpg" /></a><b>Sual: Ramazan ayının diğer aylardan farkı, üstünlüğü faziletleri nelerdir?</b><b><br />
</b> <b>Cevap:</b><div>İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât Tercemesi 162. mektubunda buyuruyor ki:<br />
<br />
Allahü teâlânın zâtının şü’ûnâtından biri, kelâm şânıdır. Bu kelâm şânında, zâtın bütün üstünlükleri ve sıfatların bütün şü’ûnları bulunur. Mübarek Ramazan ayında da, bütün iyilikler, bütün bereketler bulunur. Her iyilik, her bereket, Allahü teâlânın zâtından gelmektedir “teâlâ ve tekaddes” ve Onun şü’ûnlarından hâsıl olmaktadır. Her kusur, her kötülük de, mahlûkların zâtlarından ve sıfatlarından hâsıl olmaktadır. Nisâ sûresinin yetmişsekizinci âyetinde mealen, (Sana gelen her güzel şey, Allahü teâlâdan gelmektedir.<br />
<br />
Sana gelen her kötülük de, kendindendir) buyruldu. Bunun için, bu aydaki iyiliklerin, bereketlerin hepsi, Allahü teâlânın zâtındaki üstünlüklerden gelmektedir. Bu üstünlüklerin hepsi de, kelâm şânında bulunmaktadır. Kur’ân-ı kerim, bu kelâm şânının hakikatinin hepsinden hâsıl olmuştur. Bundan dolayı, bu mübarek ayın, Kur’ân-ı kerim ile tam bağlılığı vardır. Çünkü Kur’ân-ı kerimde bütün üstünlükler bulunmaktadır. Bu ayda da, o üstünlüklerden hâsıl olan bütün iyilikler bulunmaktadır. Bu bağlılıktan dolayı, Kur’ân-ı kerim bu ayda nazil oldu. Bekara sûresinin yüzseksenbeşinci âyetinde mealen, (Kur’ân-ı kerim, Ramazan ayında indirildi) buyruldu. <div><br /></div><div>Kadir gecesi bu aydadır. Bu ayın özüdür. Kadir gecesi, çekirdeğin içi gibidir. Ramazan ayı da, kabuğu gibidir. Bunun için, bir kimse, bu ayı saygılı, iyi geçirerek bu ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuşursa, bu senesi iyi geçerek, hayırlı ve bereketli olur. Allahü teâlâ, hepimizi bu mübarek ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuştursun. Her birimize bundan büyük pay versin!<b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=002&bookPage=198" target="_blank"> (Mektûbât Tercemesi s.198)</a></b><br />
<br />
<b>***</b><br />
<b><br /></b>
<b>Sual: Ramazan ayında yapılan ibadetler ile diğer aylarda yapılanlara verilen sevaplar aynı mıdır?</b><b><br /></b>
<b>Cevap:</b> </div><div>İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh”, (Mektûbât)ın birinci cilt, kırkbeşinci mektubunda buyuruyor ki: (Ramazan-ı şerif ayında yapılan nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda, bir oruçluya iftar verenin günahları af olur. Cehennemden azad olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz. Bu ayda, emri altında bulunanların işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren amirler de affolur. Cehennemden azad olur.<br />
<br />
Resûlullah, bu ayda, esirleri azad eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. Bu ayı fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir. Kur’ân-ı kerim Ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebezzama’ vebtelletil urûk ve sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) okumak [sünnet olduğu (Tebyîn)in Şelbî haşiyesinde yazılıdır.], teravih kılmak ve hatim okumak mühim sünnettir).<b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=001&bookPage=314" target="_blank"> (Tam İlmihâl s. 314)</a></b><br />
<br /></div></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-3449115885315927502024-03-13T14:47:00.000+03:002024-03-13T14:47:11.087+03:00Orucun şekli ve vakti değiştirilemez<div style="background-color: white; color: #222222;"><div style="clear: both; text-align: center;"><a data-saferedirecturl="https://www.google.com/url?q=https://1.bp.blogspot.com/-jcDyO-0z4rU/YHmKiCq7k5I/AAAAAAAB3Bk/89ZuS6kXFp80NJ2A4sGLzCFR1V-LVTJrwCLcBGAsYHQ/s800/orucun-sekli-ve-vakti.jpg&source=gmail&ust=1680205118854000&usg=AOvVaw21FbNpxXkeq9_2vX_ZBPJr" href="https://1.bp.blogspot.com/-jcDyO-0z4rU/YHmKiCq7k5I/AAAAAAAB3Bk/89ZuS6kXFp80NJ2A4sGLzCFR1V-LVTJrwCLcBGAsYHQ/s800/orucun-sekli-ve-vakti.jpg" style="clear: left; color: #1155cc; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><span style="font-family: inherit;"><img alt="Orucun şekli ve vakti değiştirilemez" border="0" class="CToWUd" data-bit="iit" src="https://1.bp.blogspot.com/-jcDyO-0z4rU/YHmKiCq7k5I/AAAAAAAB3Bk/89ZuS6kXFp80NJ2A4sGLzCFR1V-LVTJrwCLcBGAsYHQ/s16000/orucun-sekli-ve-vakti.jpg" title="Orucun şekli ve vakti değiştirilemez" /></span></a></div><b><span style="font-family: inherit;"><br /></span></b></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><b><span style="font-family: inherit;">Sual: Oruç, yaz aylarına gelince insanlar zorlanıyor. Orucun vaktinde ve şeklinde bir değişiklik yapılamaz mı?</span></b></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><b>Cevap:</b> </span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Oruç, Kur’ân-ı kerimde çeşitli âyet-i kerimelerle, Müslüman, akıllı ve erginlik çağına ulaşmış olan kadın erkek herkese açıkça farz kılınmış bir ibadettir.</span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">İslam dini, Allahü teâlânın emirleri ve yasakları üzerine bina edilmiştir. Bu emir ve yasaklar üzerinde, hiç kimse söz sahibi değildir. Ne emredilmiş ve nasıl emredilmiş ise, o ibadet öyle yapılır. Oruç ibadetinin de, şekli, vakti, nasıl yapılacağı açıkça bildirilmiştir. Dolayısı ile orucun şeklini, vaktini değiştirmeye, herhangi bir kimsenin gücü yetmez. İslamiyet, Hıristiyanlık gibi değildir. Hıristiyanlık, tahrif edildiğinden, onu herkes dilediği gibi değiştirmiştir.</span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Müslüman kendini, Allahü teâlânın aciz bir kulu olarak bilir. Allahü teâlâyı ise, her şeyin yaratıcısı, sahibi ve rızık vericisi olarak bilir ve inanır. Bunun için de, cenâb-ı Hakkın emri ile hareket eder, hayatını ona göre düzene koyar. Bu, utanılacak değil, övünülecek bir hâldir. Çünkü Yaratanının rızasına uygun hareket etmekte, Ona kul olmaya çalışmaktadır. Allahü teâlâya kulluktan yüz çevirmek, itirazcı, kibirli kimselerin işidir.</span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Gayr-i müslim kaynaklardan beslenerek, Müslümanların oruç ibadetine saldıranlardan bazıları;</span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">“Bir ay müddetle, bilhassa yaz günlerinde gündüzleri yemeyip içmeyerek, âdet olanın zıddına geceleri yiyip içmek, sıhhate zararlı olup, çeşitli hastalıkların meydana gelmesine sebep olduğu, mütehassıs doktorlar tarafından iddia edilmiştir” diyorlar.</span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Böyle söyleyen ve yazanların, bu sözleri ve yazıları doğru değildir. Olanın tersini söylemektir ki, bu da iftiradır. Çünkü orucun edeblerinden birisi de, iftar zamanında mideyi tıkabasa doldurmayıp, henüz iştahı varken yemekten el çekmektir. Bu edebe riayet edenlerin, hasta olmak değil, bilakis sıhhat bulacakları bütün doktorlar tarafından ittifakla bildirilmiştir.</span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Oruç, Allahü teâlânın emrettiği bir ibadettir. Nasıl emredilmişse, o şekilde yapılır. Öğle namazı öğle, ikindi namazı ikindi vaktinde farz olduğu gibi, farz olan orucun vakti de ramazan ayıdır. Beş vakit namazın, haccın, orucun vakitleri ve yapılış şekilleri hiçbir şekilde değişmez ve değiştirilemez.</span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">***</span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><div><b><span style="font-family: inherit;">Sual: Oruç tutmanın, insan sağlığına zararlı olduğunu söyleyenlerin sözlerinde bir gerçeklik payı var mıdır?</span></b></div><div><span style="font-family: inherit;"><b>Cevap: </b></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Oruç tutmak, insan sağlığı için zararlı değil, aksine çok faydalıdır. Çünkü Allahü teâlâ, kullarına, zararlı bir şey emretmez. Zira Peygamber efendimiz de;</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">(Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz) buyurmuştur.</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Oruç tutmak, mide rahatsızlığına sebep olmadığı gibi, aksine midenin sıhhati için çok faydalıdır. Bu husus, doktorlar tarafından, kesin bir şekilde isbat edilmiştir. Yabancı dillerde, mütehassıs doktorlar tarafından yazılmış tıp kitaplarında, birçok hastalıkların perhiz yapmakla tedavi edilecekleri, yahut perhiz yaparak tedavinin kolaylaşacağı bildirilmektedir.</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Oruç, durmadan çalışan mide ile beraber bütün sindirim sisteminin istirahate sevk edilmesi ve insan vücudunun bir tasfiyeye tabi tutulmasıdır. Böylece, sindirim sistemi dinlendirilmiş olur.</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">İnsanlarda en çok görülen rahatsızlık, sindirim bozukluğudur. Bu hâl, şişmanlık, kalb, damar, şeker hastalıklarına ve tansiyon yüksekliğine sebep olmaktadır. Oruç, bütün bu hastalıklara karşı, koruyuculuk vazifesi yaptığı gibi, bir de tedavi vasıtası olmaktadır.</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Oruç tutan, güçlü bir irade kuvveti kazanır. Bu sebeple alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan oruç vesilesi ile kurtulanlar çok görülmektedir.</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Oruç, vücuttaki karbonhidrat, protein ve bilhassa yağ depolarının harekete geçirilmesini sağlar. Oruç sayesinde madde süzmekten kurtulan böbrekler, dinlenme ve tamir, yenilenme imkânı bulurlar.</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Oruç tutma zamanı, Kamerî aylara göre tayin edildiğinden, her sene, şemsî sene hesabıyla önceki seneye göre 10-11 gün evvel gelir. Bu sebepten, yaklaşık otuz üç sene içinde her mevsimde oruç tutmak mümkün olmaktadır.</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Oruç tutmanın güç olduğu yerlerde, oruçlarını bozmayanlara, daha çok sevap verilir. Mazeretsiz açıkça oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur.</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div><span style="font-family: inherit;">Oruç, insan sağlığı için her bakımdan faydalıdır. Zira oruç tutanlarda, gündüz kan hacminin, doku suyunun azaldığı ve sonuçta minima, küçük tansiyonun düştüğü, kalbin rahatladığı tetkikler sonucu anlaşılmıştır. Oruç tutan kişinin sinir sistemi de, bir rahatlama içindedir. Bir ibadeti yerine getirme mutluluğu, gerginlikleri, sıkıntıları azaltır hatta yok eder.</span></div><div><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-12287311791079764582024-03-11T16:50:00.000+03:002024-03-11T16:50:50.349+03:00Mümin için fırsat ayı: Ramazan<a href="https://1.bp.blogspot.com/-T5gPoyOmAw0/WTGSZOX3VPI/AAAAAAAA-AI/CwPeEkThU3MBNYKq3wOnwNgTZwpvUqsrQCLcB/s1600/Ramazan.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="443" data-original-width="800" src="https://1.bp.blogspot.com/-T5gPoyOmAw0/WTGSZOX3VPI/AAAAAAAA-AI/CwPeEkThU3MBNYKq3wOnwNgTZwpvUqsrQCLcB/s1600/Ramazan.jpg" /></a><b>Sual: Ramazan ayı, Müslümanlar için, din ve dünya saadetini kazanmada bir fırsat ayı mıdır?</b><br />
<b>Cevap: </b><div>Ramazan, kelime anlamı itibariyle yanmak demektir. Çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur. Buharideki hadis-i şerifte;<br />
<br />
(Bir kimse, ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir, vazife bilir ve orucun sevabını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günahları affolur) buyurulmuştur.<br />
<br />
Ramazan ayında oruç tutmanın, Allahü teâlânın emri olduğuna inanmalı ve sevabını da Ondan beklemelidir. Günlerin uzun olmasından ve oruç tutmanın güç olmasından şikâyet etmemelidir.<br />
<br />
Günlerin uzun olmasını, oruç tutmayanlar arasında güçlükle oruç tutmasını fırsat ve ganimet bilmelidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:<br />
“Mübarek ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur, Cehennemden azad olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren amirler de affolur, Cehennemden azad olur. Ramazan ayında, Resûlullah efendimiz, esirleri azad eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasib olur.<br />
<br />
Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. Bu ayı fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.<br />
<br />
Bir kimse bu ayda kendini toparlarsa, bütün yılı iyi olarak geçer. Bu ayı kötülükle geçirirse, bütün senesi kötü geçer. Ramazan ayı bir kimseden razı olursa, o kimseye müjdeler olsun. Bir kimseye gücenirse, bereketlerinden ve hayırlarından pay almazsa, o kimseye yazıklar olsun! Ramazanda Kur’ân-ı kerimi hatmeden kimsenin, bereketlerine kavuşması, hayırlarından pay alması umulur.”<br />
Ramazan ayında, hayırların ve bereketlerin hepsi toplanmıştır. Ramazanın günleri ve geceleri, ayrı ayrı fazilet ve kıymete haizdir. Bu sebeple ramazan ayını fırsat, ganimet bilmelidir.<br />
<b><br /></b>
<b>***</b><br />
<b>Sual: Oruç tutmanın faydası sadece bedene midir, manevi faydası da yok mudur?</b><br />
<b>Cevap: </b></div><div>Oruç, insanlara hem maddi, hem de manevi faydalar sağlamaktadır. Bütün bir sene, çeşitli yemekleri eritmek için yorulan insan midesi ve bağırsakları, senede bir ay dinlenerek sağlığını korumuş olmaktadır. Bunlar maddi faydalarındandır.<br />
<br />
Manevi faydası ise, oruç tutan bir insan, aç kalmış bir insanın çektiği ızdırabı hissederek, muhtaçlara yardım etmek ihtiyacını duyar. Bu da, insanların birbirlerine yardım etmelerine sebep olur. Birbirlerine yardım eden insan topluluğu arasında ise, çekişmeler olmaz. Ayrıca Allahü teâlânın emrini yerine getirmek için gündüzleri bir ay oruç tutan bir Müslüman, cenâb-ı Hakkın diğer emirlerini yerine getirme alışkanlığını da kazanır ve başka emirleri yapmaya istidat yani kabiliyet elde eder.<br />
<br />
Oruç tutanın, yalnız mideyi dinlendirmeyi, perhiz yapmayı düşünmesi, orucun sahih ve makbul olmamasına sebep olur. Zira oruç, yalnız aç ve susuz durmaktan, zahirî ve lüzumsuz amellerden ibaret değildir. Orucun, batıni birçok faydaları da vardır. İlmi ve anlayışı yüksek olanlar, bedenin, ruhun mekânı ve nefsin arzularının dönüp durduğu yer olduğunu bilirler. Nefsin, bedeni arzuları ne kadar çok olur ve bedene ne kadar galip gelirse, ruhun gelişmesi de, o kadar az ve hatta hiç olmaz. Bütün dinlerde, nefsin arzularını yapmamak yani riyazet çekmek, Allahü teâlâya yaklaşmaya vesile olur diye bildirilmiştir. Sadece yeme, içmeyi terk ederek, yalandan, gıybetten uzaklaşılmayarak tutulan bir orucun, faydasız bir amel olduğunu, İslâm âlimleri bildirmişlerdir.<br />
<br />
Oruç, senede bir ay yani Ramazan ayında, yalnız gündüzleri orucu bozan şeylerden uzaklaşmak demektir. Aç ve susuz kalmanın ne demek olduğu, oruç tutarak daha iyi anlaşılmakta, fakirlere, muhtaçlara yardım etme ihtiyacı duyulmakta ve insanların birbirlerine yardım etmelerine sebep olmaktadır. Böylece insanlar arasında çekişme, kavga değil, sevgi, muhabbet ve huzur oluşmaktadır.<br />
Orucun Allahü teâlânın emri olduğuna inanmak ve sevap beklemek lazımdır. Günlerin uzun, oruç tutmanın güç olmasından şikâyet etmemelidir. Günün uzun olmasını, oruç tutmayanlar arasında güçlükle oruç tutmasını fırsat hatta ganimet bilmelidir.<br />
<br /></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-33755183501534521242024-03-11T16:45:00.000+03:002024-03-11T16:45:13.460+03:00İslâmiyette matem tutmak yoktur<a href="https://2.bp.blogspot.com/-Wr816GKbSuI/WfmY2p6TuFI/AAAAAAABE1U/S70E1kRTupAsBLQkr9yTkrk2bORMW-JlgCLcBGAs/s1600/a%25C4%259Flamak.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="541" data-original-width="800" src="https://2.bp.blogspot.com/-Wr816GKbSuI/WfmY2p6TuFI/AAAAAAABE1U/S70E1kRTupAsBLQkr9yTkrk2bORMW-JlgCLcBGAs/s1600/a%25C4%259Flamak.jpg" /></a><b>Sual: Dinimizde, Muharrem ayının onuncu günü ve başka zamanlarda matem, yas tutmak diye bir şey var mıdır?</b><br />
<b>Cevap:</b> İslâmiyette matem tutmak yoktur. Peygamber efendimiz matem tutmayı yasak etmiştir. Hadîs-i şeriflerde;<br />
<br />
(Matem tutan kimse, ölmeden tevbe etmezse, kıyamet günü şiddetli azap görecektir)<br />
(İki şey vardır ki, insanı küfre sürükler. Birisi, bir kimsenin soyuna sövmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır) buyuruldu.<br />
<br />
Muharremin onuncu Aşûre günü matem yapmak, bağırıp çağırmak, ilk olarak hicri 65. yılında, hazret-i Hüseyin’in intikamını almak için, ayaklanıp, Kûfe'yi alarak, bir Şii devleti kuran Muhtâr-ı Sekâfî tarafından ortaya çıkarıldığı Tuhfe kitabında yazılıdır. Bu bidat, maalesef bir ibadetmiş gibi yayılmıştır. Halbuki Muhtâr-ı Sekâfî, bunu Kûfe ahalisini aldatıp, onları Emevilerle harbe sürüklemek, böylece hükûmeti ele geçirmek için bir hile olarak yapmıştır.<br />
<br />
Matem tutmak yasak olmasaydı, herkesten önce Peygamber efendimizin vefatı için matem tutulurdu. Sonra hazret-i Ömer, hazret-i Osman, hazret-i Ali, hazret-i Hamza ve hazret-i Hüseyin şehit edildikleri için matem tutulurdu. Bunların hepsini seviyor, şehit edildikleri için üzülüyoruz, kalbimiz kan ağlasa da, yas tutmuyor, matem yapmıyoruz. Müslümanların matem yapması ve başkalarına lanet etmeleri yasak edildiği için, matem yapmıyoruz.<br />
<br />
İslâmiyette doğum gününü kutlamak, Allahü teâlâya şükretmek vardır. Peygamber efendimiz, Pazartesi günü oruç tutardı. Sebebini sorduklarında;<br />
<br />
(Bugün dünyaya geldim. Şükür için oruç tutuyorum) buyururdu.<br />
<br />
Doğum günü ve mübarek geceler, hicri sene ile kutlanır. Müslümanların mübarek günleri veya geceleri, güneş aylarına göre değil, hicri kameri aylara göre yapılır. Dinimiz böyle emretmektedir. Yılın mübarek günü, Arabi ayın belli günü demektir. Aşûre günü, Muharrem ayının onuncu günü demektir. Haftanın günleri içinde de mübarek olanları vardır. Mesela pazartesi günü, hep hayırlı olayların bu günde olması bakımından kıymetli bir gündür.<br />
<br />
Muharremin onuncu günü Müslümanların mübarek günüdür. O günün mübarek olduğunu Peygamber efendimiz bildirmiştir. O gün yapılan ibadetlere çok sevap verileceğini müjdeledi. O gün oruç tutmak sünnet oldu, matem, yas tutmak ise yasak edildi.<br />
<br />
<b>***</b><br />
<b>Sual: Namazın farzları nelerdir? Taharet ile setr-i avret nasıl yerine getirilir?</b><br />
<b>Cevap: </b>Namazın farzları onikidir: Yedisi dışında, beşi içinde.<br />
Dışında olanlar: Hadesten taharet, necasetten taharet, setr-i avret, istikbâl-i kıble, vakit, niyet, iftitah tekbiri. İçinde olanlar: Kıyâm, kırâet, her rekatte bir rükû’, iki sücûd, ka’de-i ahîrede teşehhüd miktarı oturmak. Namazın içindeki farzlara (Rükn) denir. Secdede alnı ve ayak parmaklarını yere koymak farzdır.<br />
<br />
Hadesten taharet, abdesti yok ise, abdest almağa, cünüp ise gusül etmeğe ve abdest ve gusül iktizâ ettikte, su bulunmazsa, teyemmüm etmeğe derler. Hadesten taharet, üç şey ile tamam olur:<br />
İstincasına ve istibrasına dikkat etmekle ve yıkamada ve başına meshte farz olan yerlerde, bir yer bırakmamakla.<br />
<br />
Necasetten taharet, üç şeyle tamam olur: Namaz kılarken giydiği esvabını, necasetten pak etmekle. Namaz kılarken bedenini pak etmekle. Namaz kıldığı mekânı pak etmekle.<br />
<br />
Setr-i avret, üç şeyle tamam olur: Hanefi mezhebinde, erkekler göbeği altından dizi altına varıncaya dek olan azalarını örtmekle. Erkeklerin namazda ayaklarını örtmesi sünnettir.<br />
<br />
Hurre olan hatunlar, yüz ve el ve bir rivayete göre ayaktan başka, cümle bedenlerini örtmek ve göstermemekle.<br />
<br />
Cariye olan kadınlar, sırt ve göğüsten diz altına kadar örtmekle. Başı, kolları, bacakları açık gezen veya dar, ince şeyle örtünen kadınlar ve bunlara bakan erkekler, haram işlemiş olurlar. Haram olduğuna aldırış etmeyen imansız olur, mürted olur.<b><i><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=210" target="_blank"> (İslâm Ahlâkı s. 210)</a></i></b><br />
<br />VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0Türkiye38.963745 35.24332210.653511163821157 0.08707199999999915 67.273978836178856 70.399572tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-81602369739864720352024-03-09T23:33:00.000+03:002024-03-09T23:33:10.819+03:00İbadeti mutlaka gizlemeli mi?<a href="http://4.bp.blogspot.com/-tnBp0A4lS3g/UhMpkpAsdcI/AAAAAAAAYPo/uKjD4m2kqoU/s1600/%C4%B0badeti+gizlemeli+mi.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://4.bp.blogspot.com/-tnBp0A4lS3g/UhMpkpAsdcI/AAAAAAAAYPo/uKjD4m2kqoU/s1600/%C4%B0badeti+gizlemeli+mi.jpg" /></a><b>Sual: Nâfile ibadetleri teşvik için, farzlar gibi açıktan yapmak uygun olur mu?</b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Riya yani gösteriş korkusu yoksa, teşvik maksadıyla nâfile ibadetleri açıktan yapmak caiz olur. Riya tehlikesi varsa yahut riyaya yol açabilecekse, nâfile ibadetleri gizli yapmalıdır.<br />
<br />
İslam âlimleri, (Bir hayrın yapılmasına yol gösteren, onu yapan gibidir) hadis-i şerifine göre, sadakayı açıktan vermenin, iyiliği açıkça yapmanın iki kat sevab olduğunu bildirmiştir. Biri, sadaka sevabı, ikincisi ise, başkalarını teşvik etmek sevabıdır. Bir hadis-i şerif:<br />
<br />
(Sadakayı gizli vermek, açıktan vermekten efdaldir, ancak örnek olmak, teşvik etmek için açıktan verilen sadaka, gizli sadakadan efdaldir.) [Deylemî] <br />
<br />
Riya endişesi olursa sadakayı gizli vermek daha sevabdır. (Yâ Resulallah, hangi sadaka daha faziletlidir?) diye sorulunca, (Az maldan gizli verilen sadaka) buyurup, (Eğer sadakayı açık verirseniz güzel olur, gizli verirseniz sizin için daha hayırlıdır) mealindeki âyeti okudu. (Taberanî)<br />
<br />
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Farzlar yapılırken araya riya karışmaz. Nâfile ibadetlerde ise, gösteriş çok olur. Bunun için, zekâtı açıktan vermek gerekir. Nâfile olan sadakayı gizli vermeli ki, böylece kabul olma ihtimali fazla olur. (2/82)<br />
<br />
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:<div><br />
(Gizli sadaka daha iyidir.) [Bekara 271]<br />
(Rabbinize yalvararak, gizli, sessiz dua edin!) [Araf 55]<br />
(Rabbini içinden zikret!) [Araf 205]<br />
<br />
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:</div><div><br />
(Allah’ı gizlice zikredin!) [İbni Mübarek]<br />
(Hafaza meleklerinin işitmediği zikir, işittikleri zikirden 70 kat daha kıymetlidir.) [Beyhekî]<br />
(Kıyamette, Allahü teâlânın himaye ettiği yedi kişiden biri, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar sadakayı gizli verendir.) [Buhârî]<br />
<br />
(Gizli verilen sadaka, Allah’ın gazabını söndürür.) [Beyhekî]<br />
(Sadakayı gizli vermek, iyilik hazinesidir.) [Taberanî]<br />
(En üstün sadaka, gizli verilendir.) [Taberanî]<br />
<br />
(Gece kılınan namazın, gündüz kılınan namaza göre üstünlüğü, gizli verilen sadakanın, açıktan verilen sadakaya olan üstünlüğü gibidir.) [Taberanî]<br />
<br />
(Farzlar hariç, evde kılınan namaz, mescidimde kılınandan üstündür.) [İ. Âbidin]<br />
(Farzlar hariç, evde kılınan namaz daha hayırlıdır.) [Buhârî]<br />
(Tenhada kılınan nâfile namazın sevabı, açıkta kılınandan 25 kat daha fazladır.) [İ. Ahmed]<br />
<br /></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-90548187001685072242024-03-08T16:38:00.000+03:002024-03-08T16:38:58.397+03:00Başarının şartı nedir?<span style="font-family: inherit;"><b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-4U9ARu1FaGc/YCLoXvnplEI/AAAAAAAB0z4/v80wkknlM58AVEewsLj4VMUOVnW41B9SgCLcBGAsYHQ/s800/Ba%25C5%259Far%25C4%25B1n%25C4%25B1n%2B%25C5%259Fart%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Başarının şartı" border="0" data-original-height="533" data-original-width="800" src="https://1.bp.blogspot.com/-4U9ARu1FaGc/YCLoXvnplEI/AAAAAAAB0z4/v80wkknlM58AVEewsLj4VMUOVnW41B9SgCLcBGAsYHQ/s16000/Ba%25C5%259Far%25C4%25B1n%25C4%25B1n%2B%25C5%259Fart%25C4%25B1.jpg" title="Başarının şartı" /></a></div></b></span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span" style="color: #cc0000;">Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<br />
Allahü teâlâ razı olduğu kullarını dinine hizmette kullanır. Bir insan, en kıymetli işi, en çok sevdiği ve en çok güvendiği kimseye verir. İşte İslamiyet’i yaymayı da, Habibim dediği ve en çok sevdiği Peygamber efendimize verdi. Peygamberimizden sonra da bu hizmetleri, yine sevdiği kullarına vermiştir. Bunlar ise Peygamber efendimizin vârisleri olan Ehl-i sünnet âlimleri, evliya zatlar, Silsile-i aliyye büyükleri ve bunları sevip, onlara tâbi olanlardır. Bu hizmetlere katılanlar, İslami bilgileri de öğrenmeli. İlim, amel ve ihlâs oldukça, hizmetler devam eder.<br />
<br />
Allahü teâlâyı unutarak yapılan hizmet, hezimet olur. Ehl-i sünnet itikadına hizmet için yola çıkan, kendi aklına, konuşmasına, gücüne, gayretine güvenirse, Allahü teâlâ onun işini kendine bırakır, <br />
rezil ve zelil olur. Allah rızası için çıkıp, benim elimde bir şey yok diye, bütün gayretiyle yola çıkarsa, netice ne olursa olsun, hayırlıdır. İhlâslı olan başarır.<br />
<br />
Bugünkü işimizi yarına bırakmayalım. Niyetlerimizi düzeltelim. Bir başarı elde edersek, sakın bunu kendimizden bilmeyelim. Daima büyüklerle beraber olalım. Münakaşa ve itiraz etmeyelim, fitne çıkarmayalım. Başımızda olan âmirlerimize itaat edelim. Her zaman güler yüzlü, tatlı dilli olalım. Kendimizi suçlamadığımız an, rahat ve huzur bulmayız. Huzur, başarı arayan ve iyi geçinmek isteyen, yüzünü ahirete çevirmelidir.<br />
<br />
Mümin demek, affedici, güler yüzlü, tatlı dilli insan demektir. Her Müslüman kendine, (İnsan ancak bu kadar iyi olabilir) dedirtmeli. Herkese yumuşak söylemeli, yumuşaklıkla muamele etmeli, az konuşmalı, kimseyi incitmemeli. Gücendiğimiz veya sevmediğimiz kimseye ihsan etmeliyiz, sıkıldığımız insana güler yüz göstermeliyiz. Dini yaymakta sabırlı, cömert, merhametli ve affedici olmalıyız. Dünya meselesi için kimseyi tenkit etmemeliyiz.<br />
<br />
Bir işin zahmeti ne kadar çoksa, rahmeti de o kadar çok olur. Kalbi en çok nurlandıran şey, kızdığımız kimseye dua etmektir. Gıybet etmemeli, malayani denilen boş şeyler konuşmamalı. Başkasına değil, herkes kendine bakmalı, niyetini, ahlakını, yanlış işlerini düzeltmeli. Her şeyimiz Allah için olmalı! İhlâssız amel, geçersiz, sahte para gibidir. Mütevazı olmalı, az konuşmalı, ağızdan çıkan her sözün, ya sevab veya günah olduğu iyi bilinmeli.<br />
<br />
Yaptığımız iyilikleri ve bize yapılan kötülükleri unutmalıyız; fakat Allahü teâlânın bizi her yerde gördüğünü ve ölümü hiç unutmamalıyız.<br />
<br />
Çaresiz kalındığı zaman, büyük evliya zatların yardımı, mutlaka; ama mutlaka yetişir. Yeter ki, o zatı sevmeli, büyüklüğüne ve yardım geleceğine inanmalıdır.<br />
</span><div><br />
</div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-22811398245317245822024-03-07T22:24:00.000+03:002024-03-07T22:24:01.889+03:00Köpeğin bastığı yer necis olur mu?<span style="font-family: inherit;"><b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHYkg8EMldHWz0QgTU1a-KSW810sP--MuypmOP16sYMLYeMsk15k__bfSq9Oz-7qPRBrhG0Mb4MUyClWxZ7iuRXTjs-T30cF17Th_b72VMX3sGMPXJPcnHQe0uOWceQ557NRghovKd55Z0j1guNRlygF8TcuMT7Uub6N7ciAd65petKXABs57EuCfDnw/s800/koltukta-k%C3%B6pek.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Köpeğin bastığı yer necis olur mu?" border="0" data-original-height="534" data-original-width="800" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHYkg8EMldHWz0QgTU1a-KSW810sP--MuypmOP16sYMLYeMsk15k__bfSq9Oz-7qPRBrhG0Mb4MUyClWxZ7iuRXTjs-T30cF17Th_b72VMX3sGMPXJPcnHQe0uOWceQ557NRghovKd55Z0j1guNRlygF8TcuMT7Uub6N7ciAd65petKXABs57EuCfDnw/s16000/koltukta-k%C3%B6pek.jpg" title="Köpeğin bastığı yer necis olur mu?" /></a></div><span class="Apple-style-span">Sual: Köpeğin dolaşıp gezdiği yerlerde namaz kılınır mı?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Köpeğin bastığı yerler necis olmaz. Hatta çamura bassa, yine necis [pis] olmaz.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Gözümü kör etme</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Bir kimse, abdest aldıktan veya yemek için ellerini yıkadıktan sonra, ıslak olan parmaklarının ucunu gözlerinin pınarına koyup çekerken nasıl dua etmelidir?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Ya Rabbi, gözlerimi ağrımaktan ve kör olmaktan muhafaza et, harama bakmaktan koru ve gözlerime şifa ver diye dua etmesi iyi olur.<br /><br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Âyetler, âyetleri açıklar</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Kur’anda, (Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) deniyor. Madem sapıklıkta bırakan Allah ise, sapıkları Cehenneme sokması doğru olur mu?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Başka âyet-i kerimelerde bunun açıklaması var. Hadis-i şerifler Kur’an-ı kerimi açıkladığı gibi, bazı âyetler de, diğer âyet-i kerimeleri açıklar.<br />
<br />
Bazı mezhepsizler de, imanın altı şartından dördünü inkâr etmek için, bir âyeti ele alıp, (Bak, imanın şartı burada iki tane yazıyor) diyorlar. Diğer âyetleri göz ardı ediyorlar. Mesela Bekara suresi 62. âyetini ele alıp, sadece Allah’a ve âhirete inanan Yahudi ve Hıristiyanların Cennete gideceğini söylüyorlar. Halbuki tefsir kitaplarında bildirildiğine göre, bu âyet-i kerimede Cennete gideceği bildirilenler, Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Museviler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan İsevilerdir.<br />
<br />
İşte mezhepsizler, sadece bir âyeti ele alıp, kitapların ve peygamberlerin hepsine imanı bildiren âyetleri âdeta gizliyorlar. Kur’an-ı kerime inanmayan ve son peygamberi kabul etmeyen nasıl Cennete gider ki? Böyle bir kimsenin ebedi Cehennemlik olduğu, Kur’an-ı kerimdeki diğer âyetlerde açıkça bildirilmiştir.<br />
<br />
Cebriye denilen bid’at fırkası da, sualdeki âyeti ele alıp, (Allah istediğine hidayet verir, istediğini de kâfir yapar, sevab işleten de, günah işleten de Odur, insanın hiçbir rolü yoktur) diyor.<br />
<br />
Mutezile fırkası da, tam aksini savunuyor. (Allah kimseye hidayet vermez, Allah bu işlere karışmaz) diyor. İkisi de yanlış söylüyor. Sualdeki âyet-i kerime, mutezilenin yanlış olduğunu açıkça beyan ediyor. Şu âyet-i kerimeler de, Cebriyenin yanlış olduğunu bildiriyor:<br />
<br />
(Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7, 8]<br />
<br />
(İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin!) [Kehf 29]<br />
<br />
Allahü teâlâ, hayrı ve şerri zorla işletseydi, (Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığın görür) buyurmazdı. İman, hidayet konusunda da, imanı zorla veren, zorla dini inkâr ettiren hâşâ Allahü teâlâ olsaydı, (Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin) buyurmazdı. Şu beyitteki birinci mısra, Mutezileye cevaptır. Allahü teâlâ dilemedikçe hiçbir şey olmaz. İkinci mısra ise, Cebriyeye cevaptır. Kul, hak etmedikçe, zorla ona bir şey yapmaz.<br />
<br />
<b><i>Kula bela gelmez Hak yazmadıkça,</i></b><br />
<b><i>Allah bela vermez kul azmadıkça.</i></b><br />
<br />
Şimdi, sualdeki âyet-i kerimeyle bunların izahını bildirelim. Son iki âyet-i kerimede, insanın hür iradesiyle günah veya sevab işleyerek, karşılığını alacağı bildiriliyor. Sualdeki âyet-i kerimede ise, bu işleri yapanın Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Herkes sevabı da, günahı da, kendi iradesiyle işliyorsa da, ona bu kuvveti veren Allahü teâlâdır. Mesela diyelim ki, Cennete ve Cehenneme giden iki uçak var, bunları yapan Allahü teâlâdır. Birinin üstünde, (Bu uçak Cennete gider) diye, diğerinde ise, (Bu uçak Cehenneme gider) diye yazılı. Bu uçakları Cennete ve Cehenneme götüren Allahü teâlâdır, ama insanlar, kendi iradeleriyle bu uçaklara biniyorlar. Kimse zorla bindirilmiyor. Hiç kimsenin Allahü teâlâya, (Cehenneme uçak kaldırmasaydın, biz de binmezdik) demeye hakkı olmaz.<br />
<br />
Bu iki âyet-i kerimenin özeti:<br />
<br />
(İman edip, hayır işleyeni Cennete, inanmayıp kötülük işleyeni de Cehenneme koyarım.)<br />
<br />
Burada görüldüğü gibi, kişi kendi iradesiyle iman edip hayır iş işliyor, ama bu kuvveti veren yine Allahü teâlâdır. Onun imanını ve ibadetini kabul ediyor. Kendi iradesiyle inkâr edene de, inkâr kuvvetini veren, yine Allahü teâlâdır.<br />
<br />
Allahü teâlâ, hangi işleri yapanların Cennete veya Cehenneme gideceğini açıkça bildirmiş, hiç kimseye özür bahane kalmamıştır. İnkâr eden kimse, (Ben bilseydim, böyle inanır, böyle iyi işler yapardım) diyemeyecektir.<br />
</span><div><br />
</div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-69774925302830550872024-03-06T21:22:00.000+03:002024-03-06T21:22:18.060+03:00Hârikulâde, olağanüstü hâllerin olması<a href="https://3.bp.blogspot.com/-SZueo9WA9mA/WpQLVYlIpdI/AAAAAAABJEA/YgCjodafk7wS2SUFu55ZjKPX14rMZW3xQCLcBGAs/s1600/H%25C3%25A2rikul%25C3%25A2de%252C%2Bola%25C4%259Fan%25C3%25BCst%25C3%25BC%2Bh%25C3%25A2llerin%2Bolmas%25C4%25B1.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="506" data-original-width="900" src="https://3.bp.blogspot.com/-SZueo9WA9mA/WpQLVYlIpdI/AAAAAAABJEA/YgCjodafk7wS2SUFu55ZjKPX14rMZW3xQCLcBGAs/s1600/H%25C3%25A2rikul%25C3%25A2de%252C%2Bola%25C4%259Fan%25C3%25BCst%25C3%25BC%2Bh%25C3%25A2llerin%2Bolmas%25C4%25B1.jpg" /></a><b>Sual: İnsanlardan bazılarında, âdet dışı olağanüstü hâller denilen şeyler meydana gelmiş ve gelmektedir. Bunlar kimlerde meydana gelir ve bu olağanüstü hâllere ne isim verilir?</b><b><br />
</b> <b>Cevap:</b> <div>Bu konuda Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ hazretleri buyuruyor ki:<br />
<br />
“Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lazımdır. Mesela, buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lazımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara, iyilik, ikram olmak ve azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara, Hârikulâde, olağanüstü olarak, yani âdetini bozarak, sebepsiz şeyler yaratıyor.<br />
<br />
Her insanda nefis vardır. Nefis, Allahın düşmanıdır. Hep kötülük yapmak ister. İslâmiyete uymak istemez. İslâmiyete uyanların nefisleri temizlenir, düşmanlıkları kalmaz. Açlık çeken, sıkıntılı yaşayan kâfirlerin nefisleri ise zayıflar, kötülük yapamaz. Bunun için, evliyada ve papazlarda Hârikulâde, olağanüstü işler hasıl olur.<br />
<br />
1- Peygamberlerden, tam temiz oldukları için âdet-i ilâhiyye dışında ve kudret-i ilâhiyye içinde şeyler meydana gelir. Buna Mucize denir. Peygamberlerin mucize göstermesi lazımdır.<br />
<br />
2- Peygamberlerin ümmetlerinin evliyasında, nefislerinin kötülükleri kalmadığı için âdet dışı meydana gelen şeylere, Keramet denir. Evliyanın keramet göstermesi lazım değildir. Bunlar, keramet göstermek istemez. Allahü teâlâdan utanırlar.<br />
<br />
3- Ümmet arasında, veli olmayanlardan meydana gelen âdet dışı şeylere, Firâset denir.<br />
<br />
4- Fasıklardan, günahı çok olanlardan zuhur ederse İstidrâc denir ki, derece derece, kıymetini indirmek demektir.<br />
<br />
5- Kâfirlerden zuhur edenlere ise Sihir, yani büyü denir.”<br />
<br />
<b>***</b><br />
<b><br />
</b> <b>Sual: Bir kimse, namaz kılarken, herhangi bir sebep yokken, zorla öksürür gibi ses çıkarsa, namazı bozulur mu?</b><b><br />
</b> <b>Cevap:</b> </div><div>Namaz kılan kimse, boğazından, özürsüz, öksürür gibi ses çıkarırsa namazı bozulur. Bu hâl, kendiliğinden olursa namazı bozulmaz. Okumayı kolaylaştırmak için boğazı temizlemenin namaza bir zararı olmaz.<br />
<br /><b>
***<br />
<br />
Sual: Kâfirlerin yaptıkları ve kullandıkları şeyleri Müslümanların yapması ve kullanması caiz midir?<br />
Cevap: </b></div><div>İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, namazın mekruhlarını anlatırken buyuruyor ki; (Kâfirlerin yaptıkları ve kullandıkları şeyler de iki kısımdır:<br />
<br />
Birisi, âdet olarak, yani her kavmin, her memleketin âdeti olarak yaptıkları şeylerdir. Bunlardan, haram olmayıp, insanlara faydalı olanları yapmak ve kâfirlere benzemeği düşünmeyerek kullanmak hiç günâh değildir. [Pantolon, fes ve çeşitli ayakkabı, çatal, kaşık kullanmak, yemeği masada yemek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak ve ekmeği bıçak ile dilimlere ayırmak ve çeşitli eşya ve âletleri kullanmak, hep âdete bağlı şeyler olup mubahtırlar. Bunları kullanmak, bid’at olmaz, günâh olmaz.] <div><br /></div><div>Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” papazların kullandığı ayakkabıyı kullanmıştır). Bunlardan, faydalı olmayanları ve çirkin ve mezmûm olanları kullanmak ve yapmak haram olur. Fakat, iki Müslüman bunları kullanınca (Âdet-i islâm) olur ve üçüncü kullanan Müslümana haram olmaz. Birinci ve ikinci Müslüman günahkâr olursa da, başkaları olmaz. (Kâmûs-ül-a’lâm)da, Timürtaş paşada diyor ki, (Osmanlı sancağının rengini ve [bugünkü ay-yıldızlı Türk bayrağının] şeklini tayin eden ve o zamana kadar beyaz olan fesi kırmızıya boyayan, Timürtaş paşadır). Abbasî devletinin bayrağı siyah idi. Halife Memûn zamanında yeşile çevrildi. Görülüyor ki, fes Macarlardan alınmamıştır. Türk yapısıdır.<br />
<br />
(Birgivî vasıyyetnâmesi)nde diyor ki, (Kâfirlerin kullandıkları şeylerin ikinci kısmı, ibadet olarak yaptıkları ve kâfirlik alâmeti olan ve İslâmiyeti inkâr etmek ve inanmamak alâmeti olan ve tahkîr etmemiz vacib olan şeylerdir ki, bunları yapan ve kullanan kâfir olur. Bunlar, ölümle veya bir uzvun kesilmesi ile veya bunlara sebep olan, şiddetli dayak, hapis, bütün malını almak ile tehdit edilmedikçe kullanılamaz. Bunlardan meşhur olanlarını bilmeyerek veya şaka olarak veya herkesi güldürmek için yapan da, kâfir olur. Meselâ, papazların ibadetlerine mahsus şeyi kullanmak küfür olur. Buna (Küfr-i hükmî) denir.) Onlara mahsus olan şeyleri kullanmanın küfür olduğu, İslâm âlimlerinin temel kitaplarında yazılıdır. <div><br /></div><div>Din düşmanları, Müslümanları aldatmak için, kâfirlerin âdetlerini, bayramlarını, Müslüman âdeti, Müslümanların mübarek günü diyerek, bunların gâvurluk ve kâfirlik olduğunu örtmeğe uğraşıyorlar. Büyük Kostantinin Hristiyanlık dinine karıştırdığı Noel gecesini ve Cemşîdin ortaya çıkardığı Nevruz günü mecusi bayramını, millî bayram olarak tanıtıyorlar. Müslümanların bu günlerde bayram yapmalarını istiyorlar. </div><div><br /></div><div><b>Genç ve saf Müslümanlar bunlara aldanmamalıdır. </b></div><div><br /></div><div>Güvendikleri hâlis Müslümanlara, namaz kılan akrabalarına, dinini bilen baba dostlarına sorup öğrenmelidir. Bugün bütün dünyada, gerek imanı ve küfrü tanımakta, gerekse ibadetleri doğru yapmakta, cahillik özür değildir. Meşhur olan din bilgilerini bilmediği için aldanan, Cehennemden kurtulamayacaktır. Allahü teâlâ, bugün, dinini dünyanın her tarafına duyurmuş, imanı, helali, haramı, farzları, güzel ahlâkı öğrenmek pek kolaylaşmıştır. Bunları, lüzumu kadar öğrenmek farzdır. Öğrenmeyip cahil kalan farzı terk etmiş olur. Öğrenmeğe lüzum görmeyen, ehemmiyet vermeyen kâfir olur. <b><i><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=001&bookPage=52" target="_blank">(Tam İlmihal s. 52)</a></i></b></div><div><br /></div></div></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-58859496615788197042024-03-05T21:29:00.000+03:002024-03-05T21:29:03.624+03:00Falcılık ve din istismarı<div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-BD3yA6-edeg/YU87dDg4AlI/AAAAAAAB760/86PBusX6reAzRmiecKnnynkYl_uijY-DgCLcBGAsYHQ/s800/Falc%25C4%25B1l%25C4%25B1k%2Bve%2Bdin%2Bistismar%25C4%25B1.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Falcılık ve din istismarı" border="0" data-original-height="412" data-original-width="800" src="https://1.bp.blogspot.com/-BD3yA6-edeg/YU87dDg4AlI/AAAAAAAB760/86PBusX6reAzRmiecKnnynkYl_uijY-DgCLcBGAsYHQ/s16000/Falc%25C4%25B1l%25C4%25B1k%2Bve%2Bdin%2Bistismar%25C4%25B1.jpg" title="Falcılık ve din istismarı" /></a></div><b>Sual: Fal günah mıdır? </b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Yıldız falı, kahve falı, el falı gibi her çeşit fal hurafedir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:</div><div><br /></div><div>(Falcının, büyücünün söylediklerine inanan, Kur'an-ı kerime inanmamış olur.) [Taberani]</div><div><br /></div><div>(Fal baktıran, falcıya inanmasa bile, kırk gün namazı kabul olmaz.)[Müslim] </div><div><br /></div><div>(Fal bakmak, yazı ve çizgi ile gelecekten haber vermek, puta tapmak gibidir.) [Ebu Davud] </div><div><br /></div><div>Burçlara göre fal açmak hurafedir. </div><div><br /></div><div>*** </div><div><br /></div><div><b>Sual: Kendisine şeyh baba denilen biri, komşumuzun hanımına, (Kocandan çaldığın parayı bana getir. Ben haram parayı helale çeviririm) demiş. Şeyhin kara parayı aklama yetkisi var mıdır?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Şeyhin haram parayı helale çevirmek gibi bir yetkisi yoktur. Böyle kimseler sahte şeyhtir. Kimi (Namazı senden kaldırdım) diyor, kimi (Sizi kardeş yaptım) diyerek kadınla erkeğin halvetine zemin hazırlıyor. Zamane şeyhlerinden uzak durmalıdır. </div><div><br /></div><h3 style="text-align: left;">Fal ve din istismarı </h3><div><br /></div><div>Kabataş parkında çoluk çocuk oturuyorduk. Esmer bir kız, yanımıza yaklaşıp, (Şu gözlüğümü bir takayım, falınıza öyle bakayım. Neyse halın, çıksın falın) dedi. Ben de, başımdan savmak için, (Biz fala mala inanmayız) dedim. Hemen, (İyi ama beyim, “Fala inanma, falsız da kalma” dememişler mi? Sen yine inanma. Falına bakar, karamsarlıktan kurtulursun, rahata kavuşursun) dedi. Falcıyı uygun şekilde uzaklaştırdıktan sonra, Peygamber efendimizin, (Falcının söylediklerine inanan, Kur’an-ı kerime inanmamış olur) buyurduğunu oradakilere söyledim. Benim hadis-i şeriften bahsettiğimi gören, cübbeli ve bid’at sakallı bir genç, yanıma yaklaşarak, (Amca, duamı almak istemez misin?) dedi. Onun ne demek istediğini anlayamadım. Elimdeki galetayı ona verip, (Dua edersen et, bana niye soruyorsun?) dedim. Eli ile para işareti yaptı. Sonra anladım ki, (Para ver, sana dua edeyim) demek istiyormuş. Halbuki dini alet etmek doğru değildir. Çünkü Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, (Sakın ola ki, neslin dini geçim vasıtası yapmasın, din ile dünya menfaatini talep edenlere yazıklar olsun!) buyurmuştur.</div><div><br /></div><h3 style="text-align: left;">Kabir fareleri</h3><div><br /></div><div>Kabataş’a gelmeden önce de, Beşiktaş’a uğramıştım. Mezarlığın yanından geçerken bir Fatiha okuyayım, dedim. Hemen yanıma bir genç gelip dedi ki: </div><div><br /></div><div>- Amca hazır hatim var.</div><div>- Kaça satıyorsun?</div><div>- Amca Kur’an satılır mı, satılsa ona değer biçilir mi?</div><div>- İyi ama sana ne vereceğiz?</div><div>- Gönlünden ne koparsa...</div><div>- Sen hafız mısın?</div><div>- Elbette amca.</div><div><br /></div><div>Cebimden çıkardığım Tebareke cüzünü gösterip sordum: </div><div><br /></div><div>- Şunu bir okur musun?</div><div>- Amca, hafız olan hoca efendidir. Hatmi de o hazırladı. Ben sadece vazifeliyim.</div><div>- Hatimlerin parasını hoca efendi ile müşterek mi paylaşıyorsunuz?</div><div>- Hayır, ben aldıklarımın hepsini veriyorum. O da duruma göre az çok veriyor. </div><div>- Hoca efendi para ile Kur’an okumanın caiz olmadığını bilmiyor mu?</div><div>- Bilmez olur mu hiç?</div><div>- Biliyor da niye hatim sattırıyor?</div><div>- Amca biz hatim satmıyoruz. Hediye ediyoruz. Para veren olursa alıyoruz.</div><div>- Delikanlı müftiyüssekaleyn diye birini duydun mu? Sen şu hoca efendinin adını söyler misin?</div><div><br /></div><div>Genç, söylediğim kelimeyi anlamadı galiba. Müftü müfettişi mi ne zannetti.</div><div><br /></div><div>- Hoca efendi öldü, sağlığında verdiği hatimleri bağışlıyorum.</div><div>- Anlaşıldı. Bak sağlığın yerinde, alnının teri ile kazansan olmaz mı?</div><div>- Olur, bundan sonra öyle yaparım, diyerek uzaklaştı.</div><div><br /></div><h3 style="text-align: left;">Dini alet etmek</h3><div><br /></div><div>Malını müşteriye gösterirken, tüccarın Allah demesi, Kelime-i tevhid okuması günahtır. Bunları para kazanmaya alet etmek olur. Müşteri çekmek için dükkanına dini levhalar asmak da, dini ticarete alet etmek olur. </div><div><br /></div><div>Gerek şahsi, gerek siyasi menfaat veya nüfuz sağlama işine din istismarı denir ki, bunun dinimizdeki adı riyadır. Koltuk kapmak, alkış toplamak, bir grup insanı peşine takmak, herhangi bir menfaat gibi Allah rızasından başka niyetlerle yapılan her iş riya olur. Riya çok büyük günahtır. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: İyi bil ki, riya haramdır. Peygamber efendimiz, (Ahir zamanda dünya menfaati için dini alet eden, gösteriş yapan, sözleri baldan tatlı kimseler çıkar. Bunlar kuzu postuna bürünmüş birer kurttur) buyurdu. (Tirmizi)</div><div><br /></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-26527424112904787182024-03-04T22:57:00.000+03:002024-03-04T22:58:00.126+03:00Yolculukta namaz nasıl kılınır? Seferilik ne demektir?<div><div><a data-saferedirecturl="https://www.google.com/url?q=https://1.bp.blogspot.com/-W0SUx4WybH0/YWh7XS51KiI/AAAAAAAB8uU/5z6lcDXZ7NEXvmkm7q8OCM3Fer4a1BnLACLcBGAsYHQ/s800/Yolculukta%252Bnamaz%252Bnas%2525C4%2525B1l%252Bk%2525C4%2525B1l%2525C4%2525B1n%2525C4%2525B1r.jpg&source=gmail&ust=1647635810813000&usg=AOvVaw1aHBbQuw6Zr4NgOi_eWk4E" href="https://1.bp.blogspot.com/-W0SUx4WybH0/YWh7XS51KiI/AAAAAAAB8uU/5z6lcDXZ7NEXvmkm7q8OCM3Fer4a1BnLACLcBGAsYHQ/s800/Yolculukta%2Bnamaz%2Bnas%25C4%25B1l%2Bk%25C4%25B1l%25C4%25B1n%25C4%25B1r.jpg" style="color: #1155cc;" target="_blank"><img alt="Yolculukta namaz nasıl kılınır? Seferilik ne demektir?" border="0" class="CToWUd" src="https://1.bp.blogspot.com/-W0SUx4WybH0/YWh7XS51KiI/AAAAAAAB8uU/5z6lcDXZ7NEXvmkm7q8OCM3Fer4a1BnLACLcBGAsYHQ/s16000/Yolculukta%2Bnamaz%2Bnas%25C4%25B1l%2Bk%25C4%25B1l%25C4%25B1n%25C4%25B1r.jpg" title="Yolculukta namaz nasıl kılınır? Seferilik ne demektir?" /></a></div><b><br /></b></div><div><b>Sual: Seferi ile misafir aynı manaya mı gelir? Yolculukta namaz nasıl kılınır? </b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Seferi veya Misafir olmak demek, yolcu olmak demektir. 3 günlük yere gitmek niyeti ile yola çıkan kimse, konakladığı bir yerden üç günlük yola gitmeye niyet ederek, ayrılırsa, gideceği yolun iki tarafındaki evlerin hizasından ayrılınca misafir olur. Büyük şehirlerde kenar evler kalmamıştır. Bu bakımdan şehre yakın mezarlık, fabrika, okul ve kışla geçilince seferilik başlar.</div><div><br /></div><div>Niyet etmez ise, bütün dünyayı dolaşsa bile, misafir olmaz. Düşmanı arayan askerlerin hâli böyledir. Fakat, geri dönüşte misafir olur. İki günlük uzaklıkta olan bir yere gitmeye niyet eden kimse, yolda iken veya o yere varınca, iki günlük yere daha gitmeye niyet etse, o dört günlük yere giderken misafir olmaz.</div><div><br /></div><div>Hanefi mezhebinde seferde, 4 rekat olan farz namazları 2 rekat kılmak vaciptir. 4 rekat kılmak mekruhtur, günah olur. Hadis-i şerifte,(Seferde namazı tamam kılan hazarda eksik kılan gibidir)buyuruldu. Üç rekatları aynen kılar. Müekked sünnetler, gayrı müekked sünnet haline gelir.</div><div><br /></div><div>Maliki’de, meşru seferde 4 rekat farzları 2 kılmak sünnet, Şafii’de, meşru seferde, 2 veya 4 kılmak da caizdir. İki kılmak evladır. Hanbeli’de ise seferde 2 veya 4 kılmak Şafii’deki gibidir. </div><div><br /></div><div>Hanefi’deki Müslümanların günah işlememeleri için 4 rekatlık namazlarını seferde 2 rekat olarak kılmaları gerekir. Bunun için sefere ait hükümleri de bilmek gerekir. Bu bilgiler Hanefi’ye göre aşağıya çıkarılmıştır:</div><div><br /></div><div>İnsanın mukim olduğu, yerleştiği yere Vatan denir. </div><div><br /></div><h2>3 çeşit vatan vardır: </h2><div><b>a- Vatan-ı asli:</b> İnsanın doğup büyüdüğü, daha sonra evlendiği yerdir. Bundan sonra da hep kalmak niyetiyle yerleştiği yerdir. Burayı da değiştirip temelli kalmak üzere başka yere göçebilir. O zaman göçtüğü yer vatan-ı asli olur.</div><div><b><br /></b></div><div><b>b- Vatan-ı ikamet: </b>15 gün veya daha çok kalıp, sonra çıkmaya niyet edilen yerdir.</div><div><br /></div><div><b>c- Vatan-ı sükna: </b>İnsanın uğradığı yer olup, 15 günden az kalmak için niyet edilen, yahut bugün yarın çıkarım diyerek uzun müddet oturulan yerdir.</div><div><br /></div><h3>Vatanın değişmesi:</h3><div>Vatanın değişmesi aşağıda belirtilen örneklerdeki gibi olur:</div><div>Bir kimse, evlenip veya temelli kalmak üzere bir yere yerleşmedikçe, doğup büyüdüğü yer vatan-ı asli olmaktan çıkmaz. Evlenirse, eski vatan-ı aslisi bozulur. Evlendiği yer vatan-ı asli olur. Başka bir yerde temelli kalmak üzere yerleşirse, bu sefer evlendiği yer vatan-ı asli olmaktan çıkar. Temelli yerleştiği yerden ayrılıp başka bir yere temelli yerleşirse, önceki yerleştiği yer vatan-ı asli olmaktan çıkar. Yani bir kimse, Haymana’da doğsa, vatan-ı aslisi Haymana olur. Bu kişi, Samsun’da evlense, Haymana vatan-ı asli olmaktan çıkar ve vatan-ı aslisi Samsun olur. Daha sonra Fatih’te temelli yerleşmeye karar verirse, o zaman vatan-ı aslisi Fatih olur. Samsun vatan-ı asli olmaktan çıkar. Vatan-ı aslide bir saat de kalınsa namazlar kısaltılmaz.</div><div><br /></div><div>Bir kimse, evlenip bir yere yerleştikten sonra, hanımı o şehirde ikamet ettirse, iş icabı kendisi gidip başka bir şehre temelli yerleşse, iki vatan-ı aslisi olur.</div><div><br /></div><div>Bir köyde, ikamet eden bir kadın, şehirdeki doğum evine giderek çocuğu olsa, çocuğun vatan-ı aslisi annesinin ikamet ettiği köydür. Çünkü orada büyüyecektir. Birkaç gün kaldığı yerde, yani vatan-ı süknada doğmuş sayılmaz. </div><div><br /></div><div>Bir kimse 60 km.lik mesafeye gitmek için bir otobüse binse, otobüste uyuyup 150-200 km.lik mesafeye gitse bile yine seferi olmaz. Çünkü buraya gelmeye niyet etmemiştir. Burada iken 60 km. ilerideki şehre bir iş için gitse, yine seferi olmaz. Dönerken ilk çıktığı yere gelmeye niyet ederse, dönüşte seferi olur. Bunun gibi, bir kişi, 60 km. olan Çatalca’ya gitmek üzere Fatih’ten çıksa, otobüste uyuduğu için Edirne’ye gelse, Edirne’ye kendi isteği ile gitmediği, niyetsiz gittiği için, Edirne’de namazlarını mukim olarak yani 4 rekat olarak kılar. Edirne’den tekrar Fatih’e gitmeye niyet ederek yola çıksa, Edirne’den çıkar çıkmaz, namazlarını kısaltır.</div><div><br /></div><div>***</div><div><br /></div><div><b>Sual: Seferi iken namazda nasıl niyet edilir? </b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Rekat sayısını ve seferi olduğunu söylemeye gerek yok. Her zamanki gibi niyet edilir. Mesela (Niyet ettim öğle namazının farzını kılmaya) denir.</div><div><br /></div><div><b>Sual: Yolculukta saat mi yoksa mesafe mi esas alınır?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Mesafe esas alınır. (104 km.dir)</div><div><br /></div><div><b>Sual: Hanefi mezhebinde olup da, Maliki mezhebini taklit eden birinin seferilik konusunda, mesafe ve ikamet suresi olarak Maliki mezhebini mi esas alması gerekir? </b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Mesafe olarak Hanefi, ikamet süresi olarak Maliki mezhebi esas alınır. Çünkü kendi mezhebimizden çıkmadığımız için, taklit ettiğimiz mezhebin farzlarına uyuyor, müfsidlerinden kaçıyoruz.</div><div><br /></div><div><b>Sual: Yolculukta namazlar kaç rekat kılınır?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Dört rekatlı farzlar iki rekat olarak kılınır, üç rekatlılar kısaltılmaz, sünnetler vakit müsait değilse hiç kılınmaz, vakit varsa kılmak iyi olur. </div><div><br /></div><div><b>Sual: Vatan-ı ikamet nasıl bozulur?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Vatan-ı ikamet üç şeyle bozulur:</div><div>1- Başka bir vatan-ı ikamete gidince, sefer niyeti ile çıkmamış olsa ve aralarındaki uzaklık üç günlük yoldan az olsa bile, önceki vatan-ı ikamet bozulur.</div><div><br /></div><div>2- Vatan-ı asliye gidince de bozulur. Bir kimse, vatan-ı aslisi olan Nevşehir’den Konya’ya bir ay kalmak niyetiyle gitse, sonra, Karamana gidip evlense ve oraya yerleşse, Karaman vatan-ı asli olur. Konya vatan-ı ikamet, Nevşehir de vatan-ı asli olmaktan çıkar.</div><div><br /></div><div>3- Sefere niyet ederek çıkmaktır. Yani vatan-ı ikametten 3 günlük yola gitmeye niyet ederek ayrılınca, burası vatan-ı ikamet olmaktan çıkar. Daha az yola niyet ile gidip gelseydi, vatan-ı ikameti bozulmazdı. Vatan-ı ikametten niyetsiz çıkıp, başka yerde 3 günlük yola gitmek için niyet ederse, 3 günlük yola gitmeden önce, vatan-ı ikamete girerse, seferi olması bozulur. Mukim olur. Niyet ettikten başlayarak 3 günlük yol gittikten sonra, buraya girse de artık burada mukim olmaz.</div><div><br /></div><div><b>Sual: Evli bir kimse, iki sene sonra ben falanca şehre temelli yerleşeceğim demekle orasını vatan-ı asli edinmiş olur mu?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Hayır olmaz. Bir şehre yerleşilir, temelli kalmaya niyet edilirse o zaman vatan-ı asli edinilmiş olur. Bu arada herhangi bir görevle birkaç aylığına veya birkaç seneliğine başka şehre gidilse de yine orası yani temelli yerleşmeye niyet ettiği şehir vatan-ı asli olur. Bir yerin vatan-ı asli olması için, önce orayı vatan edinip orada ikamet etmek gerekir. Bunun bozulması için de, yeni bir şehre temelli kalmak üzere yerleşmek gerekir.</div><div><br /></div><div><b>Sual: Yolculuk rahat olsa da, seferi olan, dört rekat olan farzları iki rekat mı kılması gerekir?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Yolculuk genelde sıkıntılı olduğu için, dinimiz dört rekat olan farzların iki rekat kılınmasını bildirmiştir. Hiçbir sıkıntı olmasa da, iki rekat kılınır. Şimdi yolculuklar rahattır, seferiliğe ihtiyaç yoktur denmez. Tersine, mukim iken, hiç rahat olmasak, çok zor şartlarda bile, dört rekatlık farzları iki rekat olarak kılamayız.</div><div><br /></div><div>Seferde insan garip olur, yardımcı bulması zor olur. Yollarda, eşkıyaya rastlaması da, mümkündür. Onun için tek başına yolculuk yapmak mekruhtur. Kadınların ise, yanlarında mahrem erkekleri bulunmadan, sefere çıkması caiz değildir. Yol çok emin olsa da, hiç eşkıya tehlikesi bulunmasa da, uçakla kısa zamanda, gitme imkanı olsa da, yine kadınların, mahremsiz, 104 kilometreden uzağa gitmeleri caiz değildir. Şimdi yolculuklar emindir, bir kadın istediği yere gidebilir demek yanlış olur. Dini hükümler zamanla değişmez. Ancak âdete ait olanlar zamanla değişebilir.</div><div><br /></div><div><b>Sual: Seferde, yolculukta güçlük olunca, dört rekatlı farzlar iki mi kılınır?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Güçlük olmasa da, çok rahat olsa da, babasının evinden daha uygun olsa da, yine seferde dört rekatlı farzlar iki rekat olarak kılınır. Tersine, kendi evinde çok güçlük olsa da, namazlar kısaltılamaz.</div><div><br /></div><div><b>Sual: Ankara’da doğdum, Eskişehir’de nikahım kıyıldı. Bursa’da düğünüm oldu. İstanbul’da ikamet ediyorum. Ancak ileride Bursa’ya gitmeyi düşünüyorum. Benim vatan-i aslim neresidir?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Bir kimsenin vatan-i aslisi doğduğu yerdir. Evlenince, doğduğu yer vatan-i asli olmaktan çıkar. Evlenmekten kasıt da nikah veya düğün olunan yer değil, zifaf olunan yerdir. Zifaf nerede olmuşsa, orası vatan-i asli olur. Eğer İstanbul’a temelli yerleşseydiniz, evlendiğiniz yer de vatan-i asli olmaktan çıkardı. Ancak İstanbul’da temelli kalmayı düşünmediğinize göre vatan-i asliniz evlendiğiniz yani zifaf olan yerdir. </div><div><br /></div><div><b>Sual: Yolda, dağ başında doğmuş, bekâr, âkil baliğ ve hiç bir yere yerleşmemiş kimsenin vatan-ı aslisi olur mu?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Vatan-i aslisiz Müslüman olmaz. Doğduğu yere en yakın olan yerleşim merkezi, vatan-i aslisidir. </div><div><br /></div><div><b>Vatan-ı ikamete uğramak</b></div><div><b>Sual: Vatan-ı ikametim Fatih’tir. Buradan Yenibosna’ya gidip iki gün kalsam, sonra Ankara’ya gitmek niyetiyle, Yenibosna’dan çıkıp yine Fatih’e uğrasam, Fatih’te seferi olur muyum?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Yenibosna’dan Ankara’ya gitmek üzere yola çıkınca seferilik başlar; ancak Fatih’e uğrayınca seferilik bozulur, mukim olur. Fatih’ten çıkınca, tekrar seferilik başlar; çünkü Fatih’ten ilk defa çıkarken, seferilik mesafesindeki yola gitmeye niyet etmemişti. Fatih’in vatan-ı ikamet olmasının bozulması için, Fatih’ten çıkarken 104 km yola gitmek üzere çıkması gerekirdi. Eğer Fatih’e uğramazsa, mukim olmaz.</div><div><br /></div><div><b>Vatan-ı asli</b></div><div><b>Sual : Hanımı vefat ettikten sonra başka bir hanımla evlenenin, vatan-ı aslisi değişir mi? Yani ilk evlendiği yer vatan-ı aslilikten çıkıp, son evlendiği yer mi vatan-ı aslisi olur?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Evet; ama eğer şimdiki yerde temelli kalmaya niyet etmişse, evlilik temelli kalınan yeri vatan-i aslilikten çıkarmaz. </div><div><br /></div><div><b>Yazlık ev vatan olur mu?</b></div><div><b>Sual: Yazlığa benzeyen bir yerde evlenip, 6 ay yazlıkta, 6 ay da şehirde oturanın vatan-ı aslisi neresi olur?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Vatan-ı aslisi, yazlık değil şehir olur.</div><div><br /></div><div><b>Seferiliğin başlaması</b></div><div><b>Sual: Vatan-ı asliden çıkıp sefer mesafesindeki bir yere giderken, fabrika, kışla, mezarlık gibi bir yeri geçince seferilik başlar; fakat vatan-ı ikametten ise, evden çıkar çıkmaz seferilik başlar deniyor. Doğru mudur?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Doğru değildir. İkisinde de, fabrika, kışla, mezarlık gibi bir yeri geçince, seferilik başlar.</div><div><br style="background-color: white; color: #222222; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;" /></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-29019086276157694112024-03-03T21:39:00.000+03:002024-03-03T21:39:12.870+03:00İbadete riya karıştırmak<div><b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-q3z5Wv0XfRk/XwYxbxCTP4I/AAAAAAABqVs/dBBF47xjx40CxZZLKGpVgd1Of68VeF2zQCK4BGAsYHg/s800/%25C4%25B0badete%2Briya%2Bkar%25C4%25B1%25C5%259Ft%25C4%25B1rmak.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="İbadete riya karıştırmak" border="0" data-original-height="532" data-original-width="800" src="https://1.bp.blogspot.com/-q3z5Wv0XfRk/XwYxbxCTP4I/AAAAAAABqVs/dBBF47xjx40CxZZLKGpVgd1Of68VeF2zQCK4BGAsYHg/d/%25C4%25B0badete%2Briya%2Bkar%25C4%25B1%25C5%259Ft%25C4%25B1rmak.jpg" title="İbadete riya karıştırmak" /></a></div></b></div><b><span class="Apple-style-span">Sual: İbadet ederken, maddi faydaları düşünülürse, mesela Allah rızası için oruç tutan kimse, bu arada rejim de yapmış olup, fazla kilolarımı azaltırım diyorsa, Allah rızası için namaz kılarken, jimnastik de olur diyorsa, bu ibadetler kabul olur mu? Ayrıca, genelde ikindi ve yatsının sünnetini kılmıyorum; ama başka kimseler olunca, sünneti terk ediyor dememeleri için mecburen kılıyorum. Bu riya mı oluyor, namazım kabul olmuyor mu?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
İbadetlerine riya karıştıranın sevabı azalır. İbadet yaparak Allahü teâlâdan dünya çıkarlarını istemek, mesela yağmur duasına çıkmak, istihare yapmak gibi ibadetler riya olmaz. Ücretle imamlık ve Kur’an-ı kerim kursu hocalığı yapmak, sıkıntıdan, hastalıktan ve fakirlikten kurtulmak için âyet-i kerime okumak da böyledir. Bunlarda hem ibadet, hem de menfaat niyetleri vardır. İbadet niyeti hiç bulunmazsa riya olur. İbadet niyeti çok olursa, sevab hâsıl olur. İbadetlerini başkalarına öğretmek ve teşvik etmek niyetiyle olursa yine riya olmaz, hatta sevab olur.<br />
<br />
Allahü teâlânın rızası için namaza başlayıp, sonra namaz içinde hâsıl olan riyanın zararı olmaz.<br />
<br />
Sualde soruların hepsi, Allah rızası için yapılan ibadetlerdir. Hepsi de sahih olur. Riya karıştırılırsa, riyanın çokluğu kadar sevabı azalır.<br />
<br />
<h3 style="text-align: left;"><b><span class="Apple-style-span">Gıyabi dua</span></b></h3>
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Birinin arkasından yapılan duanın kabul olduğu doğru mudur? </span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Evet, bir kişinin arkasından yani gıyabında yapılan duanın kabul olacağı hadis-i şerifle bildirilmiştir. Yüzüne karşı dua edince riya karışabilir; ama gıyabında olunca riyasız olur, yalnız Allah rızası için olur ve dua kabul olur. Gıyabda yapılan duanın kabul olacağını bilen şair şöyle diyor:<br />
<br />
İsteğim yalnız bir gıyabî dua,<br />
<br />
Kabul olmaz diye düşünme asla!<br />
<br />
Yani, (Sen benim arkamdan dua et, gerisine karışma! O dua elbette kabul olur) demektir.<div><br /></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-86416107912700080282024-03-03T21:38:00.000+03:002024-03-03T21:38:07.573+03:00Mesut, üzüntüsüz yaşamak isteyenlere<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Wh1oj5GI_bs/VovYCBIhUPI/AAAAAAAArP0/6x9CmfDEM1o/s1600/mutluluk.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="456" src="https://1.bp.blogspot.com/-Wh1oj5GI_bs/VovYCBIhUPI/AAAAAAAArP0/6x9CmfDEM1o/s640/mutluluk.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<b>Sual: Mesut, rahat, üzüntüsüz yaşamak mümkün müdür?</b><br />
<b>Cevap: </b><br />
Allahü teâlâ insanları yarattı. Her insanın saadet içinde, mesut yaşamasını istediğini bildirdi. (Mesut olmak), rahat, üzüntüsüz yaşamak demektir. Her insan da mesut olmağı istemektedir. Yaratan da, yaratılan da aynı şeyi istemekte olduğu hâlde, mesut olan kimse pek azdır. Çünkü, Allahü teâlâ her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır.<br />
<br />
Allahü teâlâdan bir şey istemek, ya kavl ile, söz ile olur. Yahut fiil ile olur. Kavl ile istemek, dua etmektir. Bir şeyi fiil ile istemek, bu şeyi meydana getiren sebebi yapmaktır. Çalışmak, sebebe yapışmak demektir. Çalışmayan, tembel oturan, sebebe yapışmamış olur. Allahü teâlâ tembele bir şey vermez. (Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ: İnsan ancak çalıştığı şeye kavuşur) âyet-i kerimesi sözümüzün vesikasıdır. Kâfirler, Allahü teâlâya inanmadıkları için, kavl ile istemiyorlar. Dua etmiyorlar. Sebeplerin tesirini gördükleri için, yalnız fiil ile istiyorlar. Sebeplere yapışıyorlar. Allahü teâlâ da, onların bu isteklerini kabul ederek, istediklerini yaratıyor, veriyor.<br />
<br />
Mesut olmak için lâzım olan sebeplere (Nimet) denir. Allahü teâlâ, nimetlerini, dost, düşman, her isteyene vereceğini vadetmektedir. Nimete kavuşmak için, nimet sâhibinin beğendiği gibi istemek lâzımdır. Bunun için, nimeti istediğini bildirmek, dua etmek ve muhakkak verileceğine inanmak, (İman etmek) lâzımdır. Buna inanmayana, hele inkâr edene verilmez. İnkâr eden mahrum kalır.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: #cc0000;">Allahü teâlâ insanları yarattı. Her insanın saadet içinde, mesut yaşamasını istediğini bildirdi. (Mesut olmak), rahat, üzüntüsüz yaşamak demektir.</span></b></blockquote>
<br />
Saadete sebep olan nimete kavuşmak için yapılan duada, bu iman şarttır. Demek ki, nimete kavuşmak için, önce iman sâhibi olmak, yani Müslüman olmak, sonra, nimetin sebebine yapışmak lâzımdır. Bütün nimetlerin sâhibi olan Allahü teâlâ, nimetlere kavuşmak için, nasıl dua edileceğini de, merhamet ederek, bildirmektedir. Müslümanın duasının kabul olması için, imandan sonra, her gün beş vakit namaz kılmak, kul hakkı bulunmamak şartı da önce gelmektedir. Şimdi, dualarımız kabul olmuyor diyenlerin bu şartları yapmadıkları anlaşılıyor. (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 480)<br />
<br />VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-48025850963759702312024-03-01T18:34:00.000+03:002024-03-01T18:34:19.773+03:00İslâm dinini doğru olarak öğrenmeli<a href="https://1.bp.blogspot.com/-uHUV9VwyqoM/XkuaAcWSk0I/AAAAAAABiGM/CyqZ4IzCkWIniX_vwwqRmvX0UiEzAQmpACLcBGAsYHQ/s1600/%25C4%25B0sl%25C3%25A2m%2Bdinini%2Bdo%25C4%259Fru%2Bolarak%2B%25C3%25B6%25C4%259Frenmeli.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="534" data-original-width="800" src="https://1.bp.blogspot.com/-uHUV9VwyqoM/XkuaAcWSk0I/AAAAAAABiGM/CyqZ4IzCkWIniX_vwwqRmvX0UiEzAQmpACLcBGAsYHQ/s1600/%25C4%25B0sl%25C3%25A2m%2Bdinini%2Bdo%25C4%259Fru%2Bolarak%2B%25C3%25B6%25C4%259Frenmeli.jpg" /></a><b>Sual: İslâm dinini doğru olarak öğrenmek ve kelâm-ı ilâhîden murâd-ı ilâhîyi anlamak isteyenin, ne yapması lâzımdır?</b><br />
<b><br />
</b> <b>Cevap: </b><div>İslâmiyetin aslında felsefe yoktur. Yetmişiki bid’at fırkası, felsefeyi İslâm dinine karıştırmış, İslâmiyeti yaralamışlardır. Bir taraftan, eski yunan felsefesini din bilgilerine karıştırmışlar, bir yandan da, kendi görüşlerine, düşünüşlerine göre din bilgilerini değiştirmişlerdir. Muhammed aleyhisselâmın Cennete gideceklerini müjdelediği (Ehl-i sünnet vel cemâ’at) fırkası ise, din bilgilerini, Eshâb-ı kiramdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” işittikleri gibi almışlar, yunan felsefesini ve kendi düşüncelerini bu bilgilere hiç karıştırmamışlardır. Bu bilgileri, başka dinlerin bilgilerinden ve felsefeden ve kendi akıllarından üstün tutmuşlardır. Çünkü İslâmiyet, akl-ı selîmin kabul edeceği bilgilerdir. İ<br />
<br />
slâm bilgilerinden birinin bile, doğru olduğunda şüphe eden bir aklın, selîm olmadığı, sakîm, bozuk olduğu anlaşılır. İslâm dinini noksan sanıp, felsefe ile tamamlamağa kalkışan bir aklın noksan olduğu anlaşılır. Bir kâfir, akl-ı selîmi ile hareket ederse, ahlâkı ve işleri, Allahü teâlânın emirlerine uygun olur. Allahü teâlânın ona iman ihsan edeceği, İsmâ’îl Hakkı Bursevînin (Rûh-ul-beyân) tefsîri altıncı cüz sonunda yazılıdır. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, yunan felsefesine, ancak onları red etmek için, kendi kitaplarında yer vermişlerdir. Bid’at ve dalâlet fırkaları, yunan felsefesini din bilgilerine karıştırmak için, Ehl-i sünnet fırkası ise, onları din bilgilerinden ayırmak ve uzaklaştırmak için çalışmışlardır. O hâlde, İslâm dinini doğru olarak öğrenmek ve kelâm-ı ilâhîden murâd-ı ilâhîyi anlamak isteyenin, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuması lâzımdır.<br />
<br />
Yûnüs sûresi 44. cü âyetinde mealen, (Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şeyle zulüm etmez. İnsanlar nefislerine zulüm ediyorlar) buyurulmuştur.<br />
<br />
Ra’d sûresinin 12. âyetinde mealen, (Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hâllerini değiştirmez) buyurulmuştur.<br />
<br />
Yûnüs sûresi 108.ci âyetinde mealen, (Doğru yola giren, kendisi için girmiş, sapıtan kendi zararına sapıtmıştır) buyurulmuştur. <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=010&bookPage=459" target="_blank">(Herkese Lâzım Olan Îmân s. 459)</a></b><br />
<br />
<b>***</b><br />
<b><br /></b>
<b>Sual: İngilizlerin Arabistan’da kurmuş oldukları bozuk fırkadaki vehhabiler ve onların kitaplarını okuyanlar; “Mezhepler ikinci asırda meydana çıktı. Eshâb ve Tâbiin, hangi mezhepte idi?” diyorlar. Gerçekten böyle midir ve bunlara nasıl bir cevap vermelidir?</b><br />
<b><br /></b>
<b>Cevap: </b></div><div>Mezhep, gidilen yol demektir. Mezhep imamı demek ise, Kur'ân-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kiramdan işiterek toplayan, kitaba geçiren büyük alim demektir. Açıkça bildirilmemiş olan bilgileri de, açık bildirilmiş olanlara benzeterek meydana çıkarmışlardır. Hadîkada deniyor ki:<br />
<br />
“Bilinen dört mezhep imamı zamanında, başka mezhep imamları da vardı. Bunların da mezhepleri vardı. Fakat, bunların mezheplerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı.”<br />
<br />
Eshâb-ı kiramın her biri müctehid, derin alim, mezhep imamı idi. Her biri kendi mezhebinde idi. Hepsi de, mezhep imamlarımızdan daha üstün, daha çok bilgili idi. Mezhepleri daha doğru, daha kıymetli idi. Fakat, bunların kitapları olmadığı için, mezhepleri unutuldu. Dört mezhepten başkasına uymak imkanı kalmadı. Eshâb-ı kiram hangi mezhepte idi demek, alay komutanı, hangi bölüktendir? Yahut, fizik öğretmeni, okulun hangi sınıfı öğrencisidir demeye benzemektedir.<br />
<br />
Hicretten dörtyüz sene geçtikten sonra, mutlak ictihat yapabilecek kadar derin alim kalmadığı, kitaplarda yazılıdır. Hadîka'da bildirilen hadis-i şerifde, yalancı, sapık din adamlarının çoğalacakları bildirilmektedir. Bunun için, Ehl-i sünnet olan her Müslümanın, bilinen dört mezhepten birini seçerek ona uyması lazımdır. Seçtiği mezhebin İlmihâl kitabını okuyup öğrenmesi, imanını ve bütün işlerini buna uydurması lazımdır. Dört mezhepten birine uymayan kimse, Ehl-i sünnet olamaz. Buna Mezhepsiz ve Zındık denir. Mezhepsiz kimse, ya yetmişiki bozuk fırkadan birindedir, yahut da kafir olmuştur. Böyle olduğu, Bahrda, Hindiyyede, Tahtâvîde, İbn-i Abidînde, El-besâirde ve Ahmed Sâvî tefsîrinde yazılıdır.<br />
<br />
<b>***</b><br />
<b><br /></b>
<b>Sual: Adakta bulunan kimse, adağını yerine getirmezse günaha girmiş olur mu?</b><br />
<b><br /></b>
<b>Cevap:</b> </div><div>Nezir, adak, bir ibadettir. Çünkü namaz, oruç, hacca gitmek ve başka ibadetler nezir olunur. Nezrin, adağın, yerine getirilmesini İslâmiyet emir etmektedir. Yerine getirilmezse, günah olur.<br />
<br /></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-40376174909909863212024-02-29T11:52:00.000+03:002024-02-29T11:52:10.342+03:00Kalbin kararması ne demek?<div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-JOsxdqfujos/YTJ7gkdzr4I/AAAAAAAB7Ng/bOWaQENXdKsKPu0RpO8tTlmFkZaNx8GFQCLcBGAsYHQ/s800/Kalbin%2Bkararmas%25C4%25B1%2Bne%2Bdemek.png" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Kalbin kararması ne demek?" border="0" data-original-height="549" data-original-width="800" src="https://1.bp.blogspot.com/-JOsxdqfujos/YTJ7gkdzr4I/AAAAAAAB7Ng/bOWaQENXdKsKPu0RpO8tTlmFkZaNx8GFQCLcBGAsYHQ/s16000/Kalbin%2Bkararmas%25C4%25B1%2Bne%2Bdemek.png" title="Kalbin kararması ne demek?" /></a></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;"><span style="font-size: medium;">Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:</span></span></b></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"><br />
</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;">İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, kalbin kararması, hasta olması, yani dünya sevgisinin kalbe yerleşmesidir. Bu sevgi, kötü arkadaşlardan ve lüzumsuz şeyler okumaktan ve seyretmekten hâsıl olur. Çok uğraşarak, bunları kalbden çıkarmalıdır. Peygamber efendimiz, (Sizin küfre, şirke düşeceğinizden korkmuyorum, dünyaya dalacağınızdan korkuyorum) buyurdular.</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"><br />
</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;">Faydasız kitap, gazete, mecmua, roman ve hikâye okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak, bu sevgiyi arttırır. Şarkı, çalgı dinlemek, uygunsuz resimler ve görüntüler seyretmek, bu sevgiyi kalbde yerleştirir. Bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Kalbin hasta olması, Allahü teâlâyı unutmasıdır. Allahü teâlâya kavuşmak isteyenlerin, bunlardan sakınması, nefsi kuvvetlendiren, azdıran her şeyden sakınması lazımdır. Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, kalbi temizlemeye ve nefsi ezmeye çalışmayanlara, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara, kötülükleri terk etme nimetini ihsan etmez.</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;">Kalb, muhabbet yeridir. Aşk yani Allah sevgisi, bulunmayan kalb, ölmüş demektir. Kalbde, ya dünya sevgisi yahut Allah sevgisi bulunur. Burada dünya demek, haram olan şeyler demektir. Kalbden dünya sevgisi çıkarılınca, kalb temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Günah işleyince, kalb kararır, hasta olur. Dünya muhabbeti yerleşerek, Allah sevgisi gider.</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"><br />
</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;">Tevbe, pişmanlık ve günahı bırakmaktır. İşlenen günahlara tevbe etmemek, o günahı işlemekten daha kötüdür.</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"><br />
</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;">Genç yaşta Allah diyen bir Müslüman, namaz kılan bir Müslüman o kadar kıymetlidir ki, Silsile-i aliyye büyüklerinden Şah-ı Nakşibend hazretleri gibi bir zat, (Rabbimin rızasını kazanmak için, o gencin ayağında bir kıl olsam, bana yeter) buyuruyor. Şah-ı Nakşibend hazretlerine bir gün sormuşlar:</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"><br />
</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;">— Efendim, Allah’a varan derece çoktur, mesela yüz derece olsaydı siz hangi derecelere talip olurdunuz?</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"><br />
</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;">— Birincisi, muhabbet, sevgi derecesine talip olurdum, çünkü sevgi, bütün sıkıntıları, kirli şeyleri, yok etmese de örter. Sevgi, sevdiği insanın birçok kusurlarını affettirir. Bu yüzden muhabbet derecesine talip olurdum. Rabbimizin rızasına kavuşmak için başka bir derece daha var. O da, genç yaşta Allahü teâlâya tevbe eden bir gencin ayağında bir kıl olmayı isterdim. Genç yaşta Allah’a dönen, nefsinin şerrinden korunan bir delikanlının ayağında bir kıl olmak, benim için büyük şereftir, büyük nimettir.</span></div><div><br />
</div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-22939234932533156302024-02-27T19:14:00.000+03:002024-02-27T19:14:27.539+03:00Biz yol gösteren trafik levhası gibi olmalıyız<span style="font-family: inherit;"><b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhrFlc_vQb1LlQSRs0IzVd0R0Jr-VmjCzGYpfGa4SNUOxYTUtQdmLf-gRL68pGUyJrAVWBenUTBpMcnGZuZ0QljwgqDhq_Ux1JxJitGYE9C7CeSa7sCsLkvoSMi-5th3izTLsHZlIn9kIZFM5uD4aueUkah3j-j_nGHKUzrXxbNOV6hWVntr6VZfLcMlqvL/s800/trafik-dersi.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Biz yol gösteren trafik levhası gibi olmalıyız" border="0" data-original-height="565" data-original-width="800" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhrFlc_vQb1LlQSRs0IzVd0R0Jr-VmjCzGYpfGa4SNUOxYTUtQdmLf-gRL68pGUyJrAVWBenUTBpMcnGZuZ0QljwgqDhq_Ux1JxJitGYE9C7CeSa7sCsLkvoSMi-5th3izTLsHZlIn9kIZFM5uD4aueUkah3j-j_nGHKUzrXxbNOV6hWVntr6VZfLcMlqvL/s16000/trafik-dersi.jpg" title="Biz yol gösteren trafik levhası gibi olmalıyız" /></a></div><span class="Apple-style-span">Sual: İnsanlarla emr-i maruf için tartışıyorum, hiç birisine hakkı kabul ettiremiyorum. Dediklerimi kolayca kabul ettirmenin bir yolu yok mudur?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Münakaşa ile, tartışma ile, hiç kimseye hak yolu kabul ettiremeyiz. Hidayet Allah’tandır. Bizim yapacağımız şey, doğru yazılmış bir din kitabını vermektir. O büyük âlimlerin mübarek sözleri ile hakkı kabul etmezse, bizim sözümüzü nasıl kabul eder? Biz, yol gösteren trafik levhası gibi olmalıyız. Sadece doğru kitapları göstermeliyiz, gerisine karışmamalıyız.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">İzin verilen talebe</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Eskiden, İslamiyet’i yaymak için izin verilen talebenin, evliya olması gerekir miydi?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Hayır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:<br />
Sevdiklerimizden birine, talebeyi yetiştirmek için, izin vermekten maksat, imanın gevşediği, çok kimselerin yoldan çıktığı, din bilgilerinin unutulduğu, bu fırtınalı zamanda, Müslüman evlatlarına Allah yolunu göstermesi, kendisinin de, talebesi ile uğraşırken, onlarla birlikte, ilerlemesi içindir. Bu inceliği iyi anlamalı ve ömürde geri kalan birkaç günlük fırsatta, çalışarak, talebe ile birlikte, nimete kavuşmalıdır. Yoksa, bu izni, büyüklük ve olgunluk alameti sanıp, maksattan mahrum kalmamalıdır. (1/217)<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Kitap vermek</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Bid’at yolda olan arkadaşıma, yanlış yolda olduğunu anlatmak gerekir mi?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Ona senin yolun yanlış demek, kırgınlığa, düşmanlığa sebep olabilir. Kendisine uygun bir kitap, mesela Faideli Bilgiler kitabı verilebilir.<br />
<br />
Günümüzde emr-i maruf yapmanın en iyi ve en kolay yolu, doğru bir kitap vermektir. Nasibi var ise, okur öğrenir. Nasibi yoksa, biz yine kitap verdiğimiz için sevab kazanırız.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Delil ile ispat etmek</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Öğrendiklerimizi, bir kimseye anlatacak olsak, o da, kabul etmezse, ispat için delillerini teker teker göstermek gerekmez mi?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Delil ile bir kimseyi ikna etmek imkansız gibidir. Tartışmak da, kesinlikle caiz değildir. Tartışma, dostluğu giderir, düşmanlığı arttırır. Dinimizin bildirdiği güzel ahlak ile süslenmeli, hâl ve hareketlerimiz ile örnek olmaya çalışmalıyız. (Lisan-i hâl, lisan-ı kalden entaktır) sözü meşhurdur. Yani, insanın hâl ve hareketi, sözünden daha tesirli olur. Müslümanların güzel hâllerine bakıp, doğru yolu bulanlar olmuştur.<br />
<br />
Bir kişiyi hidayete kavuşturmak, hiç kimsenin elinde değildir. Hidayeti veren yalnız Allahü teâlâdır. İnsanlar ise, sadece hidayete sebep olurlar. Kendi sözümüz yerine büyüklerin sözünü tercih etmeliyiz. Yani İslam alimlerinin yazdığı kitapları tavsiye etmeliyiz. Faydalanacağını tahmin ettiğimiz kimselere, uygun bir kitap, mesela İslam Ahlakı veya Herkese Lazım Olan İman kitabını hediye etmek, bu sebebe yapışmak olur ve çok sevab olur.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Hizmet ve fitne</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Fitneye sebep olmayalım diye, kimseye bir şey anlatmamak mı gerekir?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Bu zamanda en büyük hizmet, fitneye sebep olmadan yapılandır. Yani, mümkün olduğu kadar kimseye karışmamalı, kimse ile tartışmamalı. Zamanın ve ülkenin şartlarına, kanunlara uygun hareket etmeli. Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde fitneye sebep olmanın kötülüğü açıkça bildirilmiş ve fitneden uzak durmak emredilmiştir.<br />
<br />
Bunun için en iyi emr-i maruf, uygun bir din kitabını bir din kardeşine vermektir.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Temelsiz bina olmaz</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Bid'at ehli olan yazarların, kitaplarını okuyan arkadaşlarım var. Bunlara, o yazarların hatalarını tek tek göstersem, onları kolayca ikna etmiş olmaz mıyım? </span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Hayır, gösterseniz de, değişen bir şey olmaz. Mesela, bu yazar gayrimüslimlerin de, Cennete gidebileceğini söylüyor deseniz, alt yapısı yoksa, (Sen ondan iyi mi biliyorsun, o diyorsa elbette Cennete gider) diyebilir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:<br />
(İslamiyet'ten başka bir din arayan, iyi bilsin ki, [bulacağı] o din asla kabul edilmez ve o, ahirette en büyük zarara uğrar.) [Al-i İmran 85]<br />
<br />
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:<br />
(Bana inanmayan Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.) [Hakim]<br />
<br />
Aynı şekilde, bu yazar Hazret-i Osman'a dil uzatıyor deseniz, o diyorsa bir bildiği vardır diye cevap verebilir. Önce Hazret-i Osman'ı tanıması gerekir. İki hadis-i şerif meali:<br />
(Osman Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, İ. Asakir, Beyheki, Dare Kutni, Hakim, Ebu Nuaym, İbni Said]<br />
<br />
(Şu dört kişinin sevgisi bir münafığın kalbinde toplanmaz. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali.) [İbni Asakir]<br />
<br />
Bunları bilmeyen kimse, sizin sözünüzle o yazarın hatalarını kabul etmez. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, uydurma hadis olmayacağını da, bilmediği için, hadis-i şeriflere uydurma diyebilir. Hatta, daha çok düşman olup, Hazret-i Osman'a karşı, okuduğu yazarı savunmaya başlayabilir. Yani, önce alt yapı gerekir. Temel olmadan, üzerine sağlam bina yapılamaz. Bunun için, o tür yazarların, fanatik okuyucularına, delil göstermenin faydası olmaz. Tartışmaya sebep olmayacaksa, uygun bir kitap verilebilir. Nasibi varsa gerçeği görür.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Karşı cinsle chat</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Dinimizi anlatmak için, karşı cinsten biri ile arkadaşlık kurmak ve onunla chat yapmak caiz midir?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Hayır, caiz olmaz. Yasak edilenden sakınmak, emri yapmaktan önce gelir. Mesela, üstünde, namaza mani olacak kadar çok necaset bulunan kimse, avret yerini açmadan veya başka bir sebeple temizlemesi mümkün değilse, başka elbisesi de yoksa, o haliyle kılar, çıplak kılmaz. Hatta temizleme imkanı olsa; ama yanında yabancılar varsa, temizlemeden namazını kılar. Çünkü başkalarının yanında avret yerini açmak yasak, necaseti temizlemek ise emirdir. Emir ile yasak bir araya gelince, önce yasaktan sakınılır. Yani avret yeri açılmaz. Bir emri yapmak, bir haramı işlemeye sebep olursa, haram işlememek için, o emir terk edilir.<br />
<br />
Bunun gibi, gayrimüslim bir kadın, (Benimle günah işlersen Müslüman olacağım) dese, onun Müslüman olmasını sağlamak için bu günahları işlemek de, kesinlikle caiz olmaz.<br />
<br />
Hacca gitmesi farz olan bir kadın, yanında mahremi yoksa, farzı yapmak için hacca gitmesi haram olur. Karşı cinse, günah işleyerek emr-i maruf yapılmaz. Niyetinin iyi olması onu kurtarmaz. Uygun bir yol ile, dini bir kitap hediye etmek yeter.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Forumlara yazı göndermek</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: İnternetteki forumlara veya yabancı mail gruplarına, dini yazı göndermek uygun olur mu?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Forumlarda ve mail gruplarında her türlü insan, mesela bid’at ehli veya başka fanatik kimseler bulunabilir. Tartışmaya sebep olabilecek işlerden uzak durmalı, bunun yerine tanıdığımız kimselere, uygun dini site ve mail gruplarını tavsiye etmelidir. Sitemiz www.dinimizislam.com adresinde, her türlü dini bilgi mevcuttur. Sorulara verilen cevaplar, mail grubunun üyelerine de gönderilmektedir.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Hâl sözden etkilidir</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Emr-i maruf yapmak farzdır. Kimin hatasını söylesek, tepki veriyor, sana ne der gibi bizi tersliyor. Bu farzı yapmama sorumluluğundan, nasıl kurtulabiliriz?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Emr-i maruf, farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Kendimiz, dinimizin bildirdiği şekilde emr-i maruf yapamıyorsak, emr-i maruf yapanlara herhangi bir şekilde yardım etmelidir. Mesela, uygun bir din kitabını alıp başkasına vermek, emr-i maruf olur. Hiçbir yardım yapamayan, dua ile yardım etmeye çalışmalıdır.<br />
<br />
Bir başka husus, ona buna nasihat vermeye çalışmaktan çok, kendimize emr-i maruf yapmalıyız. Kendi hatamızı görüp, düzeltmeye çalışmalıyız. Dinimizin bildirdiği güzel ahlak ile süslenmeli, hâl ve hareketlerimizle örnek olmaya çalışmalıyız. (Lisan-i hâl, lisan-ı kalden entaktır) sözü meşhurdur. Yani, insanın hâl ve hareketi, sözünden daha tesirli olur. Müslümanların güzel hâllerine bakıp, doğru yolu bulanlar çoktur.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Dört türlü sevab</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yayan da, sevaba kavuşur mu? </span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Dört türlü sevaba kavuşur:<br />
1- Emr-i maruf, nehy-i münker sevabı.<br />
2- Gaza yani cihad sevabı.<br />
3- İlim öğretmek sevabı.<br />
4- İnsanları sevindirmek ve onların kalblerine sürur vermek sevabı.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Yeni site açmak</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Muteber kaynaklardan hazırlamak şartıyla, Ehl-i sünnete uygun, yeni bir internet sitesi açmak uygun olur mu? Yoksa mevcut muteber sitelere giden yolu tıkamış mı oluruz? Rakip mi olmuş oluruz?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Rakip olmaz, destekleyici olur. Çok iyi olur. Kendi görüşümüzü yazmazsak kitaplardan aynen alırsak, trafikteki yol işaretleri gibi gidilecek istikameti gösterirsek, hizmet olur. Ne kadar çok site olursa, o kadar iyi olur. Her siteyi farklı kişiler ziyaret edebilir. Doğruyu bulma ihtimali çoğalır. İmkânı olanlar, yeni site açmalıdır; fakat fitneye de çok dikkat etmelidir. Kitaplardaki her bilgiyi aynen yazmak fitneye sebep olabilir. Zamanın ve insanların şartlarını da göz önünde bulundurmalıdır. Bunun için de, hazırladığı siteyi önce güvendiği bir kimseye kontrol ettirmelidir. Âhir zamanda, en kıymetli hizmet, fitneye sebep olmadan yapılandır.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Kitap hediye etmek ve satmak</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını satmak, hediye etmekten daha mı iyi olur?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Hayır, satmak daha iyidir diye bir şey yoktur. Din kitaplarını, üstüne kâr koyarak satmak zaten caiz olmaz; ancak maliyetini ve satarken yapacağı masrafları karşılayacak kadar cüz’i bir kâr koyabilir.<br />
<br />
Maliyetinden daha düşük fiyata, zararına yani çok ucuza bile satılsa, satın alan kimse, hiç olmazsa para verdim diyerek kitabı okuyabilir. Bedava alınca kıymeti pek bilinmeyebilir. Bu bakımlardan, hediye etmek yerine ucuza satmak daha iyi olabilir; fakat hediye etme imkanı olunca da, satmak daha iyi diye düşünmeden hediye etmeli, bu sevabdan mahrum kalmamalı.<br />
<br />
Hediye edilse de, kârsız veya çok düşük kârla satılsa da, bu kitapların dağıtılmasına sebep olmak çok sevabdır. Hangisinin daha uygun olacağı, o anki duruma göre değişebilir.<br />
<br />
</span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Emr-i maruf yaparken</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;">
<b><span class="Apple-style-span">Sual: Emr-i maruf için dini yazıları forumlarda yayınlıyor, maille de herkese gönderiyorum. Gazetede, televizyonda, dine aykırı bir şey görsem, hemen arayıp, gerekli ikazı yapıyorum. Camide, bid’at işleyenleri ikaz ediyorum. Başkaları tepkiyle karşılanıyorsa da bana tepki gelmiyor. Bu şekilde emr-i marufa devam etmem uygun olur mu?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Tepkiyle karşılaşmamak imkânsızdır. Ya görmemişlerdir veya önem vermemişlerdir. Bu kadar muhalif insan var. Bugün tepki gösterilmemişse yarın gösterilebilir. Başka sitelerde mail gruplarında, bunlara karşı cevap yazılıp bid’atin ve bâtılın yayılmasına sebep olmamalıyız.<br />
<br />
Biz sadece uygun gördüklerimize kitap vermeliyiz, uygun dini siteleri tavsiye etmeliyiz. Trafik levhası gibi sadece yol göstermeliyiz. Müctehid gibi, görüşlerimizi ictihad olarak, senet olarak göstermemeliyiz. Müctehidler jeneratör gibidir. Biz jeneratör gibi üretken değil, kablo gibi iletken olmalıyız. Yani müctehidlerden geleni aynen nakletmeli, ekleme çıkarma yapmamalıyız. Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:<br />
Emr-i maruf ve nehy-i münkeri elle yani güç kullanarak yapmak hükümete; dille, söz ve yazı ile [kitaplarda ve diğer yayın vasıtalarında] yapmak din adamlarına, âlimlere, kalble yapmak [emr-i maruf yapanlara, dua ederek ve maddi yardımda bulunmak] ise her Müslümana farzdır. Kendinin ve Müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek işleri bırakmak vacib olur. (Hadika)<br />
<br />
Kadızade Ahmed Efendi de buyuruyor ki:<br />
Etkili olacaksa, emr-i marufu yapmak vacib, fitneye sebep olacaksa terk etmek vacib olur. (Birgivi şerhi)<br />
</span><div><br />
</div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-1776209150918602492024-02-27T19:12:00.001+03:002024-02-27T19:12:35.735+03:00Pahalıya satmak ve aldatmak<div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/--JnVlRgDKk0/YXRXnTQEItI/AAAAAAAB9CM/FPhtPgVUp8k_GfyJ2eu1znIgIXv6vFbvgCLcBGAsYHQ/s800/alisveris-aldatmak.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Pahalı satmak ve aldatmak" border="0" data-original-height="500" data-original-width="800" src="https://1.bp.blogspot.com/--JnVlRgDKk0/YXRXnTQEItI/AAAAAAAB9CM/FPhtPgVUp8k_GfyJ2eu1znIgIXv6vFbvgCLcBGAsYHQ/s16000/alisveris-aldatmak.jpg" title="Pahalı satmak ve aldatmak" /></a></div><b>Sual: 300 liraya veresiye aldığım bir ürünün 200 lirasını verdim, 100 lirası, daha duruyor. Sonra bu ürünün başka bir yerde 200 liraya satıldığını öğrendim. Müslümanlıkta aldatmak da, aldanmak da olmadığı için ve adamdan senetsiz aldığıma göre, kalan yüz lirayı vermesem günah olur mu?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Normal rayiçten satıyorsa, başka yerlerde de 300 liraya satan varsa kalan 100 lirasını vermemek günah olur.</div><div>Herkes malını, istediği fiyata satabilir. Bir kuruş eksik verilse kul hakkı olur. Eğer o mal her yerde 200 liraya satılıyorsa, bir tek o kişi 300 liraya satıyorsa, bu da rayicin üstündeyse o zaman alış verişi fesh etme yetkimiz olur. 300 liraya satan başka yerler de varsa, başka birileri de 200 liraya satıyorsa, bu ölçü olmaz.</div><div><br /></div><div>Bir şey satarken, bu benzerlerinden farklı diyerek yalan söylemek veya malın kusurunu gizlemek, aldatmak olur. Bir de, piyasadaki rayiç fiyatların en yükseğinden, sarraflıkta % 2,5, hayvandan başka menkul mallar için % 5, hayvan için % 10, bina için % 20 ve daha fazlası kadar yüksek fiyatla satın almak da aldanmak olur. Böyle bir aldanma olursa, müşteri alış verişi fesh edebilir.</div><div><br /></div><div>***</div><div><br /></div><div><b>Sual: Âhirete inandığı hâlde, (Peşin, veresiye gibi olmaz. Peşin elbette iyidir. Sen bu dünyada bana bulgur ver, ben sana âhirette pirinç veririm. Sen bana tavuk ver, ben sana ahirette kaz veririm) diyenler oluyor. Böyle söylemek uygun mudur?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Bu, âhirete inanmayan ateistlerin, şeytani bir kıyasıdır. İnanan kimse böyle söylememelidir. Onlar kibirlenip âhiretlerini satıyorlar. Hâlbuki dünya fani, âhiret bâkîdir. Sonsuz olan, geçici olana değişilir mi? Hattâ dünyadaki geçici bir altın vazo, âhiretin, ebedi kalacak olan toprak vazosuyla mukayese edilir mi hiç? Bu konuda birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:</div><div><br /></div><div>(İşte onlar, âhireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir.) [Bekara 86]</div><div>(Sizin yanınızdaki [dünya malı] tükenir. Allah katındaki rahmet hazineleri bâkîdir.) [Nahl 96]</div><div>(Allah katında olan daha hayırlıdır.) [Kasas 60]</div><div>(Âhiret daha hayırlı ve bâkîdir.) [Alâ 17]</div><div>(Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.) [Âl-i İmran 185]</div><div>(Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın!) [Lokman 33]</div><div><br /></div><div>Ateist, (Peşin veresiyeden iyidir) sözüne kendisi de inanmaz, çünkü ticarette gelecek on lira elde etmek için, peşin bir lira verir ve bunu yaparken hiç de, (Peşin, veresiyeden daha iyidir) diyerek bu alışverişi terk etmez. Bir de doktor, bir ateisti, bazı meyve ve yemeklerden menederse, o derhâl gelecek hastalığın korkusundan dolayı onları terk eder. İşte görüldüğü gibi, ateist de peşini terk edip veresiyeye razı olur. </div><div><br /></div><div>Her tüccar, ticaret için yolculuk yapar. Yollarda, seferde peşin olarak yorulur. Bütün bunu veresiye olan bir kâr ve istirahat için yapar. Eğer gelecek olan on lira, hâlihazırdaki bir liradan daha iyiyse, o zaman dünya lezzeti, müddeti bakımından âhiret müddetine kıyas edilirse, ateistin kıyasının ne kadar yanlış olduğu meydana çıkar. Çünkü insan dünyada yüz yıl hattâ bin yıl yaşasa, sonsuzun yanında bu bin yıl hiçtir.</div><div><br /></div><div>İşte âhirete iman eden bir kimse, sonsuz nimeti elde etmek için, sonsuza göre kısa bir anı terk etmiş gibidir. Bir de nimetlerin kalitesine bakılırsa, dünya lezzetlerini sıkıntıyla karışık ve bulanık olarak görür, âhiret lezzetlerini ise berrak görür. Bu bakımdan (Peşin, veresiyeden daha iyidir) sözü yanlıştır.</div><div><br /></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-7949815357003220502024-02-27T19:12:00.000+03:002024-02-27T19:12:03.511+03:00Namazları evvel vaktinde kılmalı<a href="https://4.bp.blogspot.com/-fRS6K5l2BHI/XHZ8IXjGrTI/AAAAAAABXbs/LkkP-uscpPkFPtVHr-qDrJxFmN8jFH5hwCLcBGAs/s1600/namaz.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="800" src="https://4.bp.blogspot.com/-fRS6K5l2BHI/XHZ8IXjGrTI/AAAAAAABXbs/LkkP-uscpPkFPtVHr-qDrJxFmN8jFH5hwCLcBGAs/s1600/namaz.jpg" /></a><b>Sual: Beş vakit namazı kılarken, yalnız olarak kılındığında veya cemaatle kılındığında, namazın kılınacağı vakit konusunda, evvel vaktinde veya son vaktinde kılınır diye bir farklılık var mıdır?</b><br />
<b><br />
</b> <b>Cevap:</b> Sabah namazını her mevsimde İsfâr etmek, yani ortalık aydınlanınca kılmak müstehabdır. Cemaat ile öğle namazını, yazın sıcakta geç, kış günleri ise, erken kılmak müstehabdır. Akşam namazını her zaman erken kılmak müstehabdır. Yatsı namazını, şerî gecenin yani gurubdan fecre kadar olan zamanın üçte biri oluncaya kadar geç kılmak müstehabdır. Gecenin yarısından sonraya bırakmak ise tahrimen mekruhtur. Bu geciktirmeler, hep namazları cemaat ile kılanlar içindir. Namazları evinde yalnız olarak kılan kimse, her namazı vakti girer girmez kılmalıdır. Künûz-üd-dekâıkda yazılı ve İmâm-ı Hâkim ve İmâm-ı Tirmizînin bildirdikleri hadîs-i şerifte;<br />
<br />
(İbadetlerin en kıymetlisi, evvel vaktinde kılınan namazdır) buyuruldu. İzâlet-ül hafâ kitabında yazılı, İmâm-ı Müslim'in bildirdiği hadîs-i şerifte;<br />
<br />
(Bir zaman gelecek, amirler, imamlar, namazı öldürecekler, vaktinden sonraya bırakacaklardır. Sen, namazını vaktinde kıl! Senden sonra, cemaat olurlarsa, onlarla da, tekrar kıl! İkinci kıldığın nafile olur) buyuruldu.<br />
<br />
İkindiyi ve yatsıyı, İmâm-ı a'zam hazretlerinin kavline göre kılmak ihtiyatlı olur. Uyanamayan, vitri yatsıdan hemen sonra kılmalıdır. Vitir namazı, yatsı namazından evvel kılınırsa, yatsı namazını kıldıktan sonra tekrar kılınır. Uyanabilen ise, gecenin sonunda kılmalıdır.<br />
<br />
<b>***</b><br />
<b><br />
</b> <b>Sual: Nafile namazlar her vakitte kılınabilir mi yoksa nafile namazın kılınmadığı vakitler de var mıdır?</b><br />
<b><br />
</b> <b>Cevap: </b>Yalnız nafile kılmanın mekruh olduğu iki vakit vardır. Birincisi, sabah tan yeri ağardıktan, güneş doğuncaya kadar, sabah namazının sünnetinden başka nafile kılınmaz. İkincisi ise; ikindiyi kıldıktan sonra, akşam namazından önce nafile kılmak mekruhtur. Cuma günü imam hutbe okumak için minbere çıkınca ve müezzin ikamet okurken, diğer namazlarda imam namazda iken nafileye, yani sünnete başlamak mekruhtur. Yalnız sabah sünnetine başlamak mekruh değildir. Bunu da saftan uzak veya direk arkasında kılmalıdır. Cuma günü imam hutbe okumak için minbere çıkmadan önce başlanan sünneti tamamlamalı denildi.<br />
<br />
<b>***</b><br />
<b><br />
</b> <b>Sual: Küfürden kurtulmak için ne yapmalıdır?</b><br />
<b><br />
</b> <b>Cevap:</b> Erkek olsun, kadın olsun, her Müslümanın, her sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emirlerine, yani farzlara ve yasak ettiklerine [haramlara] uyması lâzımdır. Bir farzın yapılmasına, bir haramdan sakınmağa ehemmiyet vermeyenin imanı gider, kâfir [Allahın düşmanı] olur. Kâfir olarak ölen kimse, kabirde azab çeker. Ahirette Cehenneme gider. Cehennemde sonsuz yanar. Affedilmesine, Cehennemden çıkmasına imkan ve ihtimal yoktur. Kâfir olmak çok kolaydır. Her sözde, her işte kâfir olmak ihtimali çoktur. Küfürden kurtulmak da çok kolaydır. Küfrün sebebi bilinmese dahi, her gün bir kere, (Ya Rabbi! Bilerek veya bilmeyerek küfre sebep olan bir söz söyledim veya bir iş yaptım ise, nadim oldum, pişman oldum. Beni affet) diyerek tevbe etse, Allahü teâlâya yalvarsa, muhakkak affolur. Cehenneme gitmekten kurtulur. Cehennemde sonsuz yanmamak için, her gün muhakkak tevbe etmelidir. Bu tevbeden daha mühim bir vazife yoktur. Kul hakkı bulunan günahlara tevbe ederken, bu hakları ödemek ve terk edilmiş namazlar için tevbe ederken, bunları kaza etmek lâzımdır. <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=123" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 123)</a></b><br />
<b><br /></b>
<b>***</b><br />
<b><br /></b>
<b>Sual: Cehennem şimdi var mıdır ve nerededir? Cehennemin her tarafında yapılacak azablar aynı mıdır?</b><br />
<b><br /></b>
<b>Cevap</b>: Kâdî-zâde Ahmed efendi (Ferâid-ül-fevâid) ismindeki (Âmentü şerhı) kitabında diyor ki: Cehennem yedi tabakadır. Birbirinin altındadırlar. Her tabakanın ateşi, üstündekilerden daha şiddetlidir. Günahı affedilmemiş olan müminler birinci tabakada, günahları miktarı yanıp, sonra Cehennemden çıkarılarak, Cennete götürüleceklerdir. Diğer altı tabakada çeşitli kâfirler sonsuz yanacaklardır. Azabı en şiddetli olan yedinci tabakasında münafıklar yanacaktır. Bunlar, dilleri ile İslâmiyeti methedip, övüp, kalpleri ile inanmayan iki yüzlü kâfirlerdir. Kâfirler yanıp kül olunca, tekrar yaratılarak, tekrar yanacaklar, sonsuz olarak böyle yanacaklardır. Cennet ve Cehennem şimdi mevcuttur. Bazı âlimlere göre, Cehennemin nerde olduğu malum değildir. Bazılarına göre, yedi kat yerin altındadır. Bu sözleri, Erd küresinin içinde olmadığını göstermektedir. Erd küresi, güneş ve bütün yıldızlar birinci sema [gök] içinde olduklarına göre, yeryüzünün neresinde olursak olalım, yedi kat yerin altında sema vardır. Cehennemin, yedi kat semadan birisinde bulunduğu anlaşılmaktadır. <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=198" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 198)</a></b><br />
<br />VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-80732182770541212462024-02-26T18:36:00.000+03:002024-02-26T18:36:40.114+03:00Tavşan eti yenir mi?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://4.bp.blogspot.com/_EjcUW8xBBEs/TTIO5_T182I/AAAAAAAAGnU/6YeDq1jnSE8/s1600/tavsaneti.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="color: black; font-family: inherit;"><img alt="Tavşan eti yenir mi?" border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/_EjcUW8xBBEs/TTIO5_T182I/AAAAAAAAGnU/6YeDq1jnSE8/s16000/tavsaneti.jpg" title="Tavşan eti yenir mi?" /></span></a></div><span style="font-family: inherit;"><b><span class="Apple-style-span">Sual: Peygamber efendimizin çekirgeyi, idrar süzme organı olduğu için böbrekleri, kanlı olan dalak ve ciğeri yemediği gibi, yine bir kanlı hayvan olan tavşanı yemediği söyleniyor. Bunları haram olduğu için mi yememiştir?</span></b><br />
<b>CEVAP</b><br />
Hayır, böbrek, ciğer, dalak haram değildir, helaldir.<br />
<br />
Çekirge de helaldir. (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud)<br />
<br />
Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur:<br />
<br />
(Çekirgeyi ne yerim, ne de, haram kılarım.) [İbni Mace, Ebu Davud]<br />
<br />
Resulullah efendimizin yememesi onu haram kılmaz. Soğan, sarımsak da yemezdi. Yenmesi için izin vermiştir.<br />
<br />
Tavşan eti de helaldir. (Dürer, Mecma’ul-enhür)<br />
<br />
Abdullah ibni Abbas hazretleri buyurdu ki: Resulullah ile otururken, bir köylü tavşan kebabı hediye getirdi. Bize (Yiyin) buyurdu. Muhammed bin Safvan dedi ki: İki tavşan yakaladım, kestim. Resulullah’a sordum. İkisini de yememi emretti. (Bedayi)<br />
<br />
Hazret-i Enes anlatır: Avladığımız tavşanı Ebu Talha’ya getirdim. O da tavşanı keskin bir taşla kesti. (Şu budu Resulullah’a götür) dedi. Hemen götürdüm. Resulullah onu yedi. (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai)<br />
<br />
Hazret-i Cabir anlatır: Kavmimden biri, taşla kestiği tavşanı Resulullah’a soruncaya kadar bekletti. Efendimiz yemesini emretti. (Tirmizi)<br />
<br />
Halid ibn-ül Huveyris hazretleri anlatır: Bir adam, avladığı tavşanı getirip Abdullah İbni Ömer’e, (Bunun eti yenir mi?) diye sordu. O da, (Bir tavşan Resulullah’a getirildi. Ne yedi, ne de yenmesini yasakladı) dedi. (Ebu Davud)<br />
<br />
Bu hadis-i şerifler de, tavşanın helal olduğunu bildirmektedir. Fıkıh kitaplarında buyuruluyor ki:<br />
<br />
Tavşan yemek helaldir. (Mülteka)<br />
<br />
Tavşan eti yemek helaldir; çünkü tavşan, yırtıcı hayvan değildir. (Dürr-ül-münteka)<br />
<br />
Her çeşit tavşan etini yemek helaldir. (Kuduri)<br />
<br />
Tavşan etini yemek helaldir. Tavşan yırtıcı hayvan değildir ve leş yemez, geyik gibidir. (Cevhere)<br />
<br />
Erneb, yani tavşan etinin mubah olduğu sözbirliği ile bildirilmiştir, çünkü tavşan yırtıcı hayvan değildir ve leş yemez. Geyik gibidir. Ot yer. Fıkıh kitapları, tavşanın helal olduğunu açıkça yazıyorlar. Böylece, haram diyenleri ret ediyorlar. (Dürer haşiyesi)<br />
</span><div><br />
</div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-36432903259292992112024-02-25T18:25:00.000+03:002024-02-25T18:25:12.107+03:00Fıkıh bilgilerini öğrenmemek fısktır<span style="font-family: inherit;"><a data-saferedirecturl="https://www.google.com/url?q=https://1.bp.blogspot.com/-Ed7Kz2lT6SE/XoDs8flKEKI/AAAAAAABjo8/g9XEjNZztAMNElIdf8XIJ46O6vrFH2pxwCLcBGAsYHQ/s1600/F%2525C4%2525B1k%2525C4%2525B1h%252Bbilgilerini%252B%2525C3%2525B6%2525C4%25259Frenmemek%252Bf%2525C4%2525B1skt%2525C4%2525B1r.jpg&source=gmail&ust=1650397498357000&usg=AOvVaw2hFptAl0z27ddHF2UOJssi" href="https://1.bp.blogspot.com/-Ed7Kz2lT6SE/XoDs8flKEKI/AAAAAAABjo8/g9XEjNZztAMNElIdf8XIJ46O6vrFH2pxwCLcBGAsYHQ/s1600/F%25C4%25B1k%25C4%25B1h%2Bbilgilerini%2B%25C3%25B6%25C4%259Frenmemek%2Bf%25C4%25B1skt%25C4%25B1r.jpg" style="background-color: white; color: #1155cc;" target="_blank"><img border="0" class="CToWUd" src="https://1.bp.blogspot.com/-Ed7Kz2lT6SE/XoDs8flKEKI/AAAAAAABjo8/g9XEjNZztAMNElIdf8XIJ46O6vrFH2pxwCLcBGAsYHQ/s1600/F%25C4%25B1k%25C4%25B1h%2Bbilgilerini%2B%25C3%25B6%25C4%259Frenmemek%2Bf%25C4%25B1skt%25C4%25B1r.jpg" /></a><b style="background-color: white; color: #222222;">Sual: Bir Müslüman kendisine lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmezse günaha mı girer?</b><br style="background-color: white; color: #222222;" /><b style="background-color: white; color: #222222;"><br /></b><span style="background-color: white; color: #222222;"></span><b style="background-color: white; color: #222222;">Cevap</b><span style="background-color: white; color: #222222;">: </span></span><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Öğrenmesi farz veya vacib olan fıkıh bilgilerini öğrenmemek fısktır, günahtır. Fasıkların şahitliği kabul olmadığı için, şahitlere itiraz olunduğu zaman, hâkim şahitlere fıkıhtan sorarlardı. Bilmezlerse, reddolundukları gibi, tazir de olunurlardı. İbni Âbidîn ön sözünde buyuruyor ki:<br /><br />"Kur'ân-ı kerimden namaz kılacak kadar ezberlemek farzdır. Bunu öğrendikten sonra, fıkıh bilgilerinden farz-ı ayın olanları öğrenmek, Kur'ân-ı kerimin fazlasını ezberlemekten daha iyidir. Çünkü, Kur'ân-ı kerimi ezberlemek, yani hafız olmak farz-ı kifayedir. İbadetler ve muâmelat için lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmek ise farz-ı ayındır. Helalden, haramdan ikiyüz bin meseleyi ezberlemek lazımdır. Bunların bir kısmı farz-ı ayındır. Bir kısmı da farz-ı kifayedir. Herkese, işine göre, lüzumlu olanlar farz-ı ayın olur. Fakat hepsini öğrenmek, Kur'ân-ı kerimi ezberlemekten daha iyidir. Tefsir ile vakit geçirmek doğru değildir. Çünkü, tefsir ile, vaaz ve kıssa öğrenilir. Fıkıh okuyarak, helali, haramı öğrenmelidir. Allahü teâlâ hikmeti övdü. Tefsir âlimlerinin çoğu "Hikmet, fıkıhtır" dedi. Bir fıkıh âlimi, bin zahitten daha kıymetlidir. Fıkıh bilgileri, dört mezhebin âlimlerinden öğrenilir. Dört mezhepten birinde bulunmayan fıkıh bilgisi caiz değildir. Tefsir ilminin kaideleri kurulmamış, kollara ayrılmamış, sonuna varılmamıştır. Her âyetin çok tefsiri vardır. Hepsini Allahü teâlâdan başka kimse bilmez."<br /><b><br /></b><b>***</b><br /><b><br /></b><b>Sual: Ezan okumak, imamlık yapmak için ücret almak, dinimizce uygun mudur?</b><br /><b><br /></b><b>Cevap:</b> </span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Ezan, imamlık, Kur'ân-ı kerim ve mevlid okumak, din bilgisi öğretmek için ücret almak caiz değil ise de, imamlık, müezzinlik ve ilim öğretmek için ücret almaya izin verilmiştir. Haram işler için ücret almak caiz değildir.<br /><br />Hafız, okumak için, çok veren ile az vereni ayırt etmemelidir. Ayırt ederse, para kazanmak için hafız olmuş demektir. Bu ise, haramdır. Hafızlar, Kur'ân-ı kerim ve mevlid okumakla geçinmemeli. Bunları, para düşünmeden, Allah rızası için okumalıdır. İmamlıkla, sanatla veya ticaretle geçinmelidirler.<br /><br /><b>***</b><br /><b><br /></b><b>Sual: Abdest alırken de kıbleye mi dönmelidir?</b><br /><b><br /></b><b>Cevap: </b></span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Kıbleye karşı, abdest almak, abdestin edeblerindendir.<br /><br /><b>***</b><br /><b><br /></b><b>Sual: Fetva ne demektir, herkesin âyet ve hadisten anlayıp söylediği sözler fetva olur mu?</b><br /><b><br /></b><b>Cevap:</b> </span></div><div style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Fetva demek, herhangi bir şeyin İslamiyetin bildirdiği hükümlere uygun olup olmadığını bildirmek demektir. Yalnız, uygundur veya caiz değildir demek, fetva olmaz. Bu cevabın, hangi fıkıh kitabının, hangi yazısından alındığını da bildirmek lazımdır. Fıkıh kitaplarına uymayan fetvalar yanlıştır. Bunlara bağlanmak caiz değildir. İslam bilgilerini öğrenmeden, bilmeden, âyet-i kerime veya hadis-i şerif okuyup da, bunlara kendi kafasına, kendi görüşüne göre mana verenlere İslam âlimi denmez. Bunlar Beyrut'taki papazlar gibi, Arapça bilen bir tercüman olabilir. Ne kadar yaldızlı, parlak söyleseler ve yazsalar da, hiç kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına ve bunların yazdığı fıkıh kitaplarına uymayan sözlere ve yazılara itibar edilmez. İbni Âbidînde buyuruluyor ki:<br /><br />"Fasıkın müftü olması uygun değildir. Bunun verdiği fetvalara güvenilmez. Çünkü fetva vermek, din işlerindendir. Din işlerinde fasıkın sözü kabul edilmez. Diğer üç mezhepte de böyledir. Böyle müftülere bir şey sormak caiz değildir. Müftünün Müslüman olması ve akıllı olması da, söz birliği ile şarttır. Müftü, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe'nin sözüne uygun olarak fetva verir. Aradığını onun sözlerinde bulamazsa, İmâm-ı Ebû Yusuf'un sözünü alır. Onun sözlerinde bulamazsa, İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin sözünü alır. Ondan sonra İmâm-ı Züfer'in, dahâ sonra Hasen bin Ziyâd'ın sözünü alır. Müctehid-i fil-mezheb âlimlerinden eshâb-ı tercîh olan müftüler, ictihatlar arasında delilleri kuvvetli olanları seçerler. Müctehid olmayanlar, bunların tercih etmiş oldukları söze uyar. Böyle yapmayan müftülerin sözü kabul edilmez. Demek ki, tercih ehlinin seçmemiş olduğu şeylerde, İmâm-ı a'zamın sözünü almak lazımdır. Müftünün müctehid-i fil-mezheb olması lazımdır. Böyle olmayana müftü denilemez, nâkil, fetvayı iletici denir. Nâkiller fetvaları, meşhur fıkıh kitaplarından alır. Bu kitaplar, meşhur olan mütevâtir haberler gibi kıymetlidirler."<br /><br />İslamiyette Şeyhulislâmlar ve İslam müftüleri vardı. Müftü adını taşıyan devlet memurlarının da bulunduğu zamanlar oldu. İslam müftüsü ile müftü denilen memurları birbirine karıştırmamalıdır.<br /></span></div><div style="background-color: white; color: #222222; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;"><br /></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4948355960537269796.post-88348719782329322332024-02-25T18:24:00.000+03:002024-02-25T18:24:09.544+03:00Kendine lazım olanı, başkasına vermek<a href="https://1.bp.blogspot.com/-n5asDWHtzZQ/XicRwSvHOxI/AAAAAAABg5o/t2LHCjxXZj4pLWOj-Q6hSwX5XAGpinMsgCLcBGAsYHQ/s1600/Kendine%2Blaz%25C4%25B1m%2Bolan%25C4%25B1%252C%2Bba%25C5%259Fkas%25C4%25B1na%2Bvermek.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="627" data-original-width="1200" src="https://1.bp.blogspot.com/-n5asDWHtzZQ/XicRwSvHOxI/AAAAAAABg5o/t2LHCjxXZj4pLWOj-Q6hSwX5XAGpinMsgCLcBGAsYHQ/s1600/Kendine%2Blaz%25C4%25B1m%2Bolan%25C4%25B1%252C%2Bba%25C5%259Fkas%25C4%25B1na%2Bvermek.jpeg" /></a><b>Sual: İnsanın kendisinin muhtaç olduğu bir şeyi, başkasına vermesi sevap mıdır?</b><b><br />
</b> <b>Cevap:</b> <div>İsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmak demektir. İsâr, kendine lazım olanı, sabredip, başkasına vermektir. İnsana lazım olan şeylerde îsâr yapılır. İbadetlerde îsâr yapılmaz. Mesela, taharetlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek, örtünecek kadar örtüsü olan kimse, bunları kendisi kullanır, muhtaç olana vermez.<br />
<br />
Bir kimsenin hakkını geri vermek, ona olan borcu ödemek, adalet yapmak olur. Hakkından fazlasını vermek, ihsan etmek olur. Muhtaç olduğu malın hepsini başkasına vermek, isâr olur.<br />
<br />
<b>***</b><br />
<b><br />
</b> <b>Sual: Bir kimse, vekil olduğu kimsenin malını, kendi istediği fiyata satabilir mi ve kendisi satın alabilir mi?</b><b><br />
</b> <b>Cevap:</b> <div>Umumi vekil olan kişi, sahibinin yani vekil olduğu kişinin malını, dilediği fiyata satabilir. Fiyat söylenmiş ise, daha aşağı satamaz. Satarsa, öder. Vekil, sahibinin malını, kendine satın alamaz ve akrabasına da satamaz. Ancak, bunlar, umumi vekil ise veya değerinden yüksek satabilir. Umumi vekil, peşin de, veresiye de satabilir. Fakat, peşin sat veya şu malımı sat da borcumu ver denildi ise, veresiye satamaz. <br />
<b><br />
</b> <b>***</b><br />
<b><br />
</b> <b>Sual: Küçük çocuklar için verilen hediyeleri, bu çocuğa bakanlar alabilir mi?</b><b><br />
</b> <b>Cevap:</b> <div>Küçük çocuğa verilen hediyeyi babası kabzeder, alır. Babası yoksa, babanın vasisi, o da yoksa, dedesi kabul eder. Dedesi de yoksa, dedesinin vasiyet ettiği kabul eder. Bu dördünden biri varken, çocuğa bakan akrabası bile alamaz. Bu dördünden biri yoksa, çocuğa evinde bakan kabul eder. Aklı başında çocuğun kendisi de kabul edebilir.<br />
<br />
<b>***</b><br />
<b><br />
</b> <b>Sual: Bir kimse, kız ve erkek çocuklarından birisine daha çok hediyede bulunabilir mi?</b><b><br />
</b> <b>Cevap:</b> <div>Salih olan oğlan ve kızlarına hediyeyi, müsavi, eşit miktarda vermek efdaldir. Ölüm hastası olmayanın malının hepsini oğluna hediye etmesi caiz olur ise de günahtır. Çocuğun mülkü olur ise de babaya günah olduğu Hindiyyede bildirilmektedir. Reşid ve salih veya ilim tahsilinde olan çocuklarına daha çok vermek caizdir. Salahları müsavi, eşit ise, müsavi, eşit olarak dağıtmalıdır.<br />
<br />
<b>***</b><br />
<b><br />
</b> <b>Sual: Çocuğa gelen hediye yiyeceklerden, ana ve babası yiyebilir mi?</b><b><br />
</b> <b>Cevap: </b><div>Fetâvâ-yı Bezzâziyyede, çocuğa gelen hediyeden ananın, babanın yemesi caizdir deniyor.<br />
<br />
***<br />
<b><br /></b>
<b>Sual: Âyet-i kerime ve hadîs-i şerifleri herkes anlayabilir mi?</b><b><br /></b>
<b>Cevap:</b> <div>Kur’ân-ı kerimde âyetler iki nevdir. Bunların bir kısmının manası açıktır. Bunlara (Muhkem âyetler) ismi verilir. Bir kısmının manası ise, açıkça anlaşılmaz. Bunlar, ayrıca tefsire, izaha muhtaçtır. Bu âyetlere (Müteşâbih âyetler) adı verilir. Hadîs-i şerifler [Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sözleri] de, muhkem ve müteşâbih olmak üzere iki kısımdır. Bunları tefsir etmek mecburiyeti, İslâm dininde (İctihad) müessesesinin kurulmasına sebep olmuştur.<br />
<br />
Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” de, bizzat ictihad yapmıştır. Onun ve Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yaptıkları ictihadlar, İslâm bilgilerinin temelidir. İslâm dinini yeni kabul eden kavimlerin, kendi dinlerine göre mukaddes saydıkları şeylerin İslâm dinindeki hükmünün ne olduğunu, İslâm dininin bunlar hakkında nasıl hüküm ettiğini sordukları zaman, İslâm âlimleri bunlara cevaplar vermişlerdir. Bunlardan itikat, iman ile ilgili meselelerin hâl edilmesi, cevap verilmesinden (Kelâm) ilmi meydana gelmiştir. Kelâm âlimlerinin İslâmı yeni kabul edenlere, eski dinlerinin niçin yanlış olduğunu mantıkî bir tarzda ispat etmeleri icab ediyordu. Kelâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” bu meseleleri çözmek için çok uğraştılar. Birçok hakikatler ve çok kıymetli mantık ilmi ortaya çıktı. <br />
<br />
Bir yandan da, yeni Müslüman olanlara Allahü teâlânın var ve bir olduğunu, ebedî olduğunu, doğmamış ve doğurmamış olduğunu, onların anlayacağı tarzda anlatmak ve şüphelerini ortadan kaldırmak icab ediyordu. Kelâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” bu işte çok muvaffak oldular. Bu mukaddes vazifeyi yapmakta, Müslüman fen adamları da, kelâm âlimlerine yardımcı oldular. Meselâ, yıldızlara kutsiyet veren Sâbiî ve Veseniye ismindeki putperestleri, bu yanlış itikattan uzaklaştırmak için, mantık ve heyet [astronomi] âlimi Ya’kûb bin İshak El-Kindî senelerce uğraştı ve sonunda onlara, düşüncelerinin yanlış olduğunu vesikalarla ispat etti. Ne yazık ki, kendisi, eski Yunan felesoflarının sapık fikirlerinin tesirleri altında kalarak Mutezili oldu.<b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=010&bookPage=450" target="_blank"> (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 450)</a></b><br />
<br /></div></div></div></div></div></div>VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/06983277197845408251noreply@blogger.com0